İstediğimiz devletin yapısı fiilen büyük bir krizden ibarettir. Birinci ve/ya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ulus devlet modeli asla adil bir devlet olamamıştır. Devrimlerin fikrini/ruhunu çalan askerler yeni devletin modelini de oluşturanlardır. Ortaya koydukları devlet modeli pratikte baskıcı ve en temel insan haklarından bile yoksun bir model olmuştur. Daha sonra ortaya çıkan İslami hareketler de çoğunlukla kin ve intikam güttüğünden tasarladıkları devlet modeli de hayal kırıklığından öteye gidememiştir. Bunun önemli bir sebebi vardır: Akdeniz’in güneydoğusunda yaşayan halklar olarak bizlerin, “İşte şu devlet modelini ihya etmek istiyoruz” diyebileceğimiz ideal bir siyasal örneğimiz yoktur. Çünkü bölgemizdeki ulus devletleri yapılandıran askerler kendi çocuklarının yararını gözeten bir model oluşturdular. Dolayısıyla İslamcıların gerçekleştirmek isteyecekleri tek bir düzgün örnekleri bulunmamaktadır. Taliban, DAEŞ/IŞİD vb. örgütlerin “Medine-i Münevvere” örneğinden söz etmeleri ise İslam tarihini hafife aldıklarını göstermektedir. Bu örgütlerin yaklaşımları, kendilerini beşer üstü gören kavmiyetçi ve ırkçı anlayışlardan hiç de farklı değildir. Nitekim aynen onlar gibi (muhaliflerine karşı) anlamsız kanlı savaşlara dalmaktadırlar.
Medine-i Münevvere Devleti’nde Rasulullah (sas), -Allah’ın nebisi olduğu halde- Huzâ’a kabilesiyle antlaşma imzalamıştı. Oysa bu kabile o zamanlar putlara tapan müşrik bir topluluktu. Kureyş Devleti Huzâ’a kabilesine düşmanca davranınca, Allah Rasulü (s) Mekke’yi fethederek Kureyş Devleti’ni yıkma kararı almıştı. Sadece bu örnek bile bize Medine Devleti’nin siyasal rolünü ve yapısını göstermek için yeterlidir. Bu yaklaşım Taliban ile DAEŞ’in yaklaşımlarıyla taban tabana zıttır. Çünkü onlar Müslümanları öldürmeyi bile caiz görüyor, irtidat suçlamasıyla onları boğazlayabiliyorlar! Oysa Medine Devleti güvenli ve medeni bir toplumsal hayatı gözetmiştir. Peki, günümüzdeki İslamcı grupların hangisi İslamcı gruplardan başkasıyla el sıkışmaya sıcak bakıyor? (Onların yaklaşımıyla Medine Devleti modeli arasında dağlar kadar fark var!)
Meselenin en can yakıcı yönü ise şudur: -İslam devleti kurma bahanesiyle- muhaliflerine öldürmenin her türlüsünü reva görmeye alışmış aşırılıkçı örgütlerle karşı karşıya bulunmaktayız! Elbette kendisini aşırılıkçı değil mutedil/ılımlı/dengeli olarak takdim eden İslamcı gruplar da mevcuttur. Ancak, onların içine girdiğinizde, kurumlarına işiniz düştüğünde kapıcısından liderine kadar hepsinin tek tip ve tek renk olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla, her bir İslamcı grup kendisini ve söylemini yeryüzünün en üstün grubu olarak takdim etmektedir! Dahası, maalesef medya ekranlarına çıkıp yeni bir İslami proje ortaya koymaya ehil olanın sadece kendi cemaati/grubu olduğunu söyleyebilenler de az değildir! Burada sorulması gereken soru şudur: Irkçılığın tanımı nedir? Burada söz konusu edilen yaklaşımlar ırkçılığın tâ kendisi değilse ırkçılık nedir o zaman?…
Bizim bugün ihtiyaç duyduğumuz devlet kanun ve nizam devletidir. Yani, toplumun bütün fertlerinin din/inanç hürriyetini garanti altına alan Medine Devleti modeli. Hem ihtiyaç hem de seçim mantığı açısından bize lazım olan tam da budur işte. Bir de tüm dinî kurumları denetim altına almamız icap etmektedir. Tâ ki kendimizi yeni Talibanlar ve yeni DAEŞ’lerle burun buruna gelmiş halde bulmayalım!
Suriye’de İslamcı gruplar arasında hâlen işlemekte olan ölüm değirmeni canlı bir örnektir! İslami devlet modeli sadece birçok insanın muhayyilesinde mevcuttur. Gel gör ki, ellerine güç ve kuvvet geçince yeni bir zorba güce dönüşüvermektedirler! Bölgemizdeki zorbalar listesine “İslami” etiketi taşıyan yeni bir isim eklenmektedir sadece!… (Devam edecek…)
Çeviri: Fethi Güngör