Sağ kesimi, muhafazakâr kesimi, dindar kesimi, öcü olarak görenlere, öteki olarak görenlere, bir tehlike olarak görenlere, kendimizi tane tane anlatma ihtiyacı duyuyorum uzun zamandır.

Peygamberimiz (sav), "İnsan tanımadığının düşmanıdır" buyuruyor.

Siyaseten karşımızda duran cenahın ortaya koyduğu kin ve öfkeyi duydukça, hatta aralarında kimilerinin, "Bu muhafazakârlar gizliden gizliye silahlanıyor, bir gün hepimizi kesecekler" gibi absürt paranoyalarla yaşadıklarını gördükçe "Yahu acaba biz mi kendimizi yeterince tanıtamadık" demekten kendimi alamıyorum.

Bu yüzden özellikle de bizi tanımayanların anlayacağı şekilde, bizimle alakalı yanlış algıladıklarına inandığım hususları ele almanın doğru olacağına inanıyorum.

Cumhuriyet'e bakışımızla başlayalım dedim...

Öteden beri sanki Cumhuriyet ile muhafazakâr kesimin arası limoniymiş gibi bir algı var.

Sanki, elimize fırsat geçse yakaladığımız ilk sultan torununu alıp Topkapı Sarayı’nda cülus merasimi yapıp çılgınlar gibi eğleneceğimizi zanneden bir kesim var.

Osmanlı'dan bahsederken gözlerimizin parlamasını, saltanata yani monarşiye çektiğimiz özlemin bir yansıması olarak yorumlayanlar var.

Tam aksine, Cumhuriyet bulup bulabileceğiniz en İslami yönetim formudur. Peygamberimiz (sav), Medine İslam Devleti'nin hem kurucusu hem de ilk başkanıydı. Medine İslam Devleti bir monarşi değil, bir Cumhuriyet’ti. Peygamberimiz’in(sav) bütün işlerini istişare ile yürüttüğünü, hatta zaman zaman istişarede kendi görüşünün aksine şeyler çıktığında onu uyguladığını, vefatından sonra devlet başkanlığına Hz. Ali hariç kendisi ile hiçbir kan bağı bulunmayan ve o gün toplumun ileri gelenleri tarafından şura ile seçilmiş veya tayin edilmiş kişiler olduğunu gözönünde bulundurursak bu sistemin Cumhuriyet olduğunu daha iyi anlamış oluruz.

Muhafazakâr kesimin geçmişte Cumhuriyet’e mesafeli durmasının nedenleri farklı...

Muhafazakâr kesimin bir idare formu olarak Cumhuriyet’le herhangi bir sıkıntısı yok.

Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda, zaten dünya üzerindeki monarşiler birer birer tarihe karışıyordu. Zaten zaman o değişime gebeydi, zaten dünyanın dört bir yanında halklar kendi idarelerini kendileri ellerine alıyorlardı. Zaten bizde de saltanatın eninde sonunda kalkacağı veya en azından devlet formunuzun konstitüsyonel bir monarşiye dönüşeceği daha Cumhuriyet kurulmadan yüzyıl önce belliydi.
Hatta bunun böyle olması için, muhafazakâr kesimin önde gelen entelektüelleri ciddi emekler sarfetmişti.

Muhafazakâr kesimi Cumhuriyet’e küstüren nokta, Cumhuriyet’le birlikte gelen sekülerleşme oldu. Muhafazakâr kesim, Cumhuriyet’in İslam medeniyetinin en zirve örneklerinden biri olan Müslüman Türk toplumunu bir Batılı topluma dönüştürmeye çalışmasını, yani bizi bin yıldır savaştığımız bir medeniyetin kalıbına sıkış tepiş sokmaya çalışmasını anlayamadı. Daha beş yıl önce sarıklarımızla Çanakkale Boğazı’na gömdüğümüz İngiliz’in şapkasının bize neden zorla giydirildiğini anlayamadı.

Kuruluş anayasasında “Türkiye Cumhuriyeti’nin dini İslam’dır” yazarken, çok değil üç yıl sonra o canımızla kanımızla kurduğumuz Cumhuriyet’in bağrından İslam’ın sökülüp atılmasını anlayamadı.

Yoksa Cumhuriyet’le bir sıkıntımız yok.