Gelişmekte olan bir ülkeyiz. En değerli hazinemiz ise ne yer altı madenleri ne de yer üstü zenginliklerimiz, tek hazinemiz sahip olduğumuz genç nüfusumuz.
Genç bir nüfusa sahip olmak bazı riskleri de beraberinde getiriyor. İyi bir eğitim verirseniz geleceğiniz ve ufkunuz açık olur. Eğer zamanında doğru bir yöntemle eğitemezseniz gençliğiniz elinizden uçar gider. Mekân ve öğretici sıkıntısı kaliteli eğitim vermenize engel olabilir. Kalitesiz eğitim, geleceğinizden elli atmış yılınızı çalar, heba eder.
Yaptığınız tüm yatırımlar, tüm harcamalar, verilen emekler ve zaman yok olurken, bir kısır döngüye de girmiş olursunuz. Ülke kaynakları elinizden buhar olur, buharlaşır. Çünkü harcamalarınızın ve emeğinizin karşılığı gelmediği zaman, sıkılır, ümitleriniz kaybolur. Böylece etrafınıza sinerji yayamazsınız. Hayal kuramazsanız.
Milli Eğitim Bakanımız Sayın İsmet YILMAZ bey zaman zaman açıklamalarında; “Elli sekiz bin dersliğe ihtiyacımız var, yaklaşık kırk sekiz bin dersliğimiz yapılmakta, normal eğitim ve öğretime geçmek için daha on bir bin dersliğe ihtiyacımız var” diyor.
Sayın bakanımız bu on bir bin dersliği eğitim ve öğretime kazandırmak için, yirmi dört derslikten oluşan okullar olarak düşünürsek tam tamına dört yüz elli sekiz okula ihtiyaç var. Müthiş bir rakam. Bunu kazandırmak için kaç zenginin kapısı çalınacak, kaç yardım sever vatandaşlarımıza rica edilecek gerisini siz düşünün. Hani eğitim meselesi bir medeniyet meselesi idi. Hani eğitim hepimizin bir sorunu idi. O zaman çözümünde birer parçası olmak zorundayız.
Bazen çözüm gözümüzün önünde, elimizin altında olurda farkına bile varamayız. Bu noktada Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı “doksan bin camimiz” var. Dile kolay tam doksan bin cami. Son yıllarda daha estetik, daha mimari özellikleri olan geniş, güzel ferah mekanlar yapıyoruz. Hem göz zevkimizi okşuyor hem de medeniyetimizin ufuklarına kanatlandırıyor.
Bu muhteşem yapılan camilerimizin altları, dükkân, market, alışveriş merkezleri oluyor. Çay ocağı oluyor. Son yıllarda 0-6 yaş grubuna kreş görevi yapıyor.
Millî Eğitim Bakanlığımızın da on bir bin dersliğe acil ihtiyacı var. Çözüm buradan çıkmaz mı? Bir tarafta âtıl bekleyen on binlerce yatırım. Diğer yanda mekân sıkıntısını çözmeye çalışan bir başka kurum.
Nerden çıktı şimdi? Dediğinizi duyar gibiyim. Medeniyet köklerimizi takip ettiğimizde ve o medeniyetin havasını teneffüs ettiğimizde bizi bir yere götürüyor ve gözlerimizin içine baka baka bir şeyler anlatıyor gibi…
Gelin zaman içinde zamanı durdurup, geçmiş zamana bir yolculuk yapalım. Gidelim tâa 10. asra… Camiler İslam’ın ilk eğitim kurumları olup bu önemlerini tarih içinde de sürdürmüşler, ilk nüveler buralarda mayalanmıştı.
Günde beş defa zorunlu olarak bir araya geldiğimiz bu mekânlar içinde bulunduğu mahallenin, sokağın, caddenin bütün renklerini içinde barındırıyor, hepsini kendi içinde cem ediyor. Yani hayatın tâa kendisi, hayatın içi, özü. Böylece bir araya gelme sosyalleşmenin, kaynaşmanın eğitim ve terbiyenin de merkezi olma görevini üstleniyordu.
“Camiler, sadece ibadet yerinden ibaret değildi. Etrafında birçok sosyal hizmetler ve eğitim kurumlarını ihtiva ekmekteydi.” Camilerin etrafında birçok irili ufaklı vakıflarla doluydu. Etkendi, hareketliydi, hiçbir zaman pasif durumda değildi.
Zaman artık bizim etrafımızda dönmeye başladığından beri, mazlumların göz bebekleri parlamaya başladı. Bizim bu coğrafyaya vereceğimiz çok şey varken, zaman kaybetmek, zamana ihanet olur. Camilerimizin altını eğitim kurumları haline getirirsek, on bir bin derslik açığını kapatmış, çocuğu yetiştiği kendi mekânda, kendi yaşadığı çevresinden koparmadan eğitim ve öğretime devam ettirmiş olmaz mıyız?