Nebi aleyhisselam, arkadaşlarından birine şöyle sordu: “Dua ederken ne söylüyorsun?” O da şöyle cevap verdi: “Şehadet kelimesini getirdikten sonra “Allah’ım, Senden cenneti istiyorum ve Sana ateşten (cehennemden) sığınıyorum.” diyorum. Ama ben sizin gibi ya da Muaz gibi güzel dua edemiyorum.” Nebi aleyhisselam dedi ki: “Biz de öyle dua ediyoruz.”[1]

Ben de her seferinde aynı konular ve fikirler etrafında (kendimce) konuşmaya devam ediyorum, bu hususları örnekler eşliğinde açıklamaya gayret ediyorum. Mesela insanlık binlerce yıldır salgın hastalıklardan muzdaripti. Birçok ülkede çok sayıda insanı öldürdükten sonra ortadan kayboldu bu salgınlar. İnsanlar salgının nereden geldiğini de nereye gittiğini de bilmiyorlardı. Bu hastalıklara akıl ve mantık dışı sebepler uyduruyorlar ve hurafeler yoluyla da şifa bulmaya çalışıyorlardı.  

Ancak bilim, hastalığın nedenlerini örten gizemlere ışık tuttuğunda, durum değişti. Bazı hastalıklar hâlâ insan hayatını tehdit etse de insanların hastalıklar karşısındaki tutum ve davranışları değişti ve beden hastalıklarından kaynaklanan sorunların çözümünü basiretle aradılar.

Şimdi, bu örneği psikoloji ve toplumbilim alanına taşıyalım. Toplumların zaman zaman krizlere, felaketlere, savaşlara ve çatışmalara nasıl maruz kaldıklarını mütalaa edelim. Tarih boyunca insanların küresel, yerel, dinî ve millî savaşlarda birbirlerini nasıl öldürdüğünü düşünelim.

Savaşların ve insan öldürmenin problemlerimizi çözmediğini anlamamız mümkün müdür? İnsanlar, birbirlerini köleleştirmeden, adalet ve eşitlik söylemi ile problemlerini çözebilirler mi?

Savaşları salgın hastalıklara benzetebilir miyiz? Savaşların ve çatışmaların nedenlerini keşfedebileceğimizi ve bunları nasıl durduracağımızı öğrenebileceğimizi söyleyebilir miyiz? Bugün herhangi bir ülkede bir salgın hastalık yayılacak olursa; “Bu sadece kaza ve kaderin tecellisidir!” diyebilir miyiz? Bunun yerine; “Salgın bu ülkeyi olumsuz etkiledi, çünkü temizliğe dikkat etmiyorlar, hastaneleri de tedavi için yeterli düzeyde değil.” dememiz daha uygun değil midir?  Eğer böyle düşünmüyorsak, bunun da nedenleri arayıp bulmalı ve çözüme ulaşmalıyız.

Tıpkı sizi seven birinin, sarılıp öperken hiç farkında olmadan size virüs veya mikrop bulaştırıp öldüğünüzde de ağlaması gibi sizi seven, sizi yetiştiren, sizi eğiten birinin de size ölümcül fikirler aşılaması; ötekine kin duyma ve onu öldürmeyi kaçınılmaz görme gibi fikir mikroplarını içinize derinlemesine işleyecek şekilde bulaştırabilir.

Bazı toplumlar sağlıklı görünürler, fakat bir salgın hastalık geldiğinde büyük çoğunluğu hastalığa yakalanarak ölür. İşte bu yüzden hekimler aşılar geliştirmekte, böylece insanların hastalığa karşı direnç kazanmasını sağlamakta ve mikrobun yayılma ihtimalini en aza düşürmektedirler.

Bazen bir ülkeye dışarıdan baktığımızda güvenli ve huzurlu olduğunu görürüz. Orada kimse kimseye saldırmaz, hiç kimse bir başkasının hakkını çiğnemez. Ancak bu ülke cinayet hastalığına karşı korunaklı olmayabilir. Zira şartlar değiştiğinde insanların başkalarını öldürmede ve kan dökmede yarıştığını görürüz.  

Fikrî hastalıkların toplumda yayılmasını engelleyen aşılar geliştirmemiz gerekir. Böylece çocuklarımız camiden üniversiteye kadar her nereye giderlerse gitsinler doğru yoldan sapmayacak, hiç kimse onları yanlış yola yönlendiremeyecektir. Bu (sosyal) aşının giriş kademesi tarih bilgisidir. Çünkü dengeli, kuşatıcı ve bütünlükçü bir tarih bilgisi insanın psikolojik sağlığını teminat altına alır. Böylece; “Biz Allah’ın çocukları ve sevdikleriyiz.” sapkınlığından kurtulup; “O’nun yarattığı beşer türünün sadece bir kısmı” olduklarını anlamalarını sağlar.[2]

Çeviri: Fethi Güngör

[1] Musnedu’l-Mekkiyyîn’de geçen bu hadisi Şuayb Arnavut “sahih” olarak tanımlamıştır. , 14.04.2018.

[2] Müellif şu âyete atıf yapmıştır: “Yahudiler ve Hıristiyanlar “Biz, Allah’ın oğulları ve sevdiği kimseleriz.” dediler. De ki: “Öyleyse niçin günahlarınızdan dolayı size azap ediyor?” Hayır, siz sadece O’nun yarattığı insanlardan bir kısmısınız. Allah, af yolunu tercih edeni affeder, azap yolunu tercih edene de azap eder. Göklerde, yerde ve bu ikisinin arasında tüm yetkiler Allah’ın elindedir. Dönüş O’nadır.” (Mâide 5:18).