“Bir müzakere başlatmak, bir müzakereyi başarılı biçimde sona erdirmekten çok daha kolaydır. Silahlı gruplar bahşettiği meşruiyet ve tanıtım nedeniyle bir barış süreci başlatmaya eğilimli olabilirler, ancak genellikle ortak kararla hareket eder ve bir anlaşmaya varmak için gereken çetin tavizleri vermeyi göze almaktansa ebediyen konuşmayı tercih ederler.”
Bu sözler, IRA sorununun çözümünde İngiltere’nin baş müzakerecisi Jonathan Powell’a ait. Powell 20 yıldır hükümetlerle silahlı örgütler arasında arabuluculuk yapıyor ve deneyimlerini aktarıyor. Bu çerçevede birikimlerinden yola çıkarak kaleme aldığı; ‘Teröristlerle Konuşmak-Silahlı Çatışmalar Nasıl Sona Erdirilir?’ isimli kitabı geçtiğimiz ay Türkçe olarak yayınlandı. Neredeyse ömrünü bu işe adamış olan bu ismin söylediklerine kulak vermek önemli.
Türkiye’de defalarca sekteye uğrayan çözüm süreci yeni bir solukla, yenilenen bir kararlılıkla başlatıldı. Oslo görüşmeleri, ardından adının konularak müzakerelerin devam ettirilmesi, son olarak Dolmabahçe’de varılan mutabakat ve Abdullah Öcalan’ın örgüte silahları bırakın çağrısı yapması… Bu süreçteki tüm adımlar çok değerli. Ancak, bu zor süreçler, büyük riskleri de beraberinde getiriyor ve pimi çekilmiş bir bomba gibi barış görüşmelerinin ne zaman sonlanacağı ve çatışma ortamına dönüleceği korkuyla bekleniyor.
Bugün yaşadıklarımızın bu psikolojinin hiç de uzağında olmadığını söylemek mümkün. Birçok önemli gelişme gibi, seçim de barış sürecini olumlu veya olumsuz etkileyebilecek bir süreç. Daha üç gün önce Ağrı’da yaşanan çatışma ve 4 askerin yaralanması hemen soru işaretlerini ve endişeleri harekete geçirdi. Bu zorlu yolda, taraflara düşen elbette pes etmemek, tüm sıkıntılara ve acılara rağmen süreci devam ettirmek. Bugün seçimin, Barış Süreci için kritik bir eşik olduğunu görüyoruz. Tüm siyasetçilerin, hükümetin, ana muhalefet partisinin, HDP’nin ve tabi ki taraflardan biri olan örgütün yapması gereken bu kararlılığı sürdürmek ve barışa gölge düşürecek davranış ve açıklamalardan kaçınmak.
Jonathan Powell, ‘Neden Bazı Müzakereler Başarılı, Bazıları Başarısız Olur’ başlığını verdiği bölümde tam da bunu irdeliyor. Örnekler üzerinden sorusunun cevabını bulmaya çalışıyor. Başarı ve başarısızlıkta anahtar faktör olarak ‘anlaşmaya varma yeteneği’ni gösteriyor. “Her iki taraf da süreci sonlandırmaya ve çetin kararlar vermeye zorlanabilir mi? Karar vermeye zorlamanın bir yolu bir bitiş tarihi belirlemektir.” tespitinde bulunan Powell, Tony Blair’in 1997’de seçilmesinin ardından müzakerelerin sonuçlanması için bir yıllık süre telaffuz etmesinin süreci hızlandırdığını anlatıyor. 1998’de Blair’in mühlete bağlı kalarak Hayırlı Cuma anlaşmasını imzaladığını hatırlatıyor. Kendi örneklerinde mühlet vermenin istenen etkiyi yaptığına işaret eden Powell, aynı zamanda bunun bir sorun teşkil edebileceğine de dikkat çekiyor.
Seçim ve mühlet, bizim için de şu anda kritik iki kavram, kritik iki süreç. Birini atlattığımızda belki diğerini konuşabileceğiz. Powell’in Türkiye için öngörüsüyle bitirelim: “Dışarıdan biri olarak kimseye Kürt sorununu nasıl çözeceğini söylemek bana düşmez; asla bunu yapacak kadar küstah ve kibirli olamam. Çözüm Süreci’ni birkaç yıldan beri yakından izleyen iyi bir gözlemci olarak meselenin barışçıl bir şekilde çözülebileceğine kesinkes inanıyorum, bu kez çözüm ihtimali gerçekten yüksek.”