O gün çok heyecanlıydım. Çok sıradan kıyafetler giyip sıra dışı anlar yaşamak için uygun bir gündü. Sıradan kıyafetler giymem bir kamuflajdı.
3 yıl önce yine Mart ayıydı. Havalar şimdikinden daha sıcak akşamlar ise hafif esintiyle geçiyor, baharı hissediyor ve derinden içimize çekiyorduk. O gün çok heyecanlıydım. Çok sıradan kıyafetler giyip sıra dışı anlar yaşamak için uygun bir gündü. Sıradan kıyafetler giymem bir kamuflajdı. Birkaç gün önce sevdiğim kadına izlediğimiz bir tiyatro oyununu tekrar birlikte izlemek istediğimi, oyunun yönetmeni Hakan Güneri’nin de özel olarak bizi davet ettiğini belirtmiştim. O da çok şaşırmıştı, davet için de çok sevinmişti.
Yakın bir arkadaşımın da bizimle geleceğini söylemiştim. Buluştuk, muhabbet ederek oyunun sahneleneceği salona geldik. Oyunun proje aşamasında bulunduğum için oyunu provalar dahil olmak üzere defalarca izlemiştim. Bu defa farklıydı, ilk defa izliyormuş gibi tutkulu ve heyecanlı bir duruşum vardı. Ayağa kalktık ve tüm ekibe selam çakarcasına uzun uzun alkışladık. Oyunun Yazarı Usta Tiyatro Sanatçısı Behruz Firuzment beni takdim etti ve oyunun yapım aşamasındaki katkılarımdan dolayı tebriklerini iletti. Konuşmam için beni sahneye davet etti.
Lise yıllarımdan beri tiyatro oyuncusu olmayı hayal etmiştim. Olmadı, gazetecilik okudum. Tiyatroya farklı şekilde katkı sunmayı tercih ettim. Artık sahnedeydim, yüzlerce kişi beni alkışlıyordu. “Tam zamanı” dedim kendi kendime. Behruz Hocam şöyle dedi bana “Oyunun adı Mutluluk. Bu oyun Muhammed Emre’ye de Mutluluk getirsin istiyoruz” dedi. Salondaki herkes anlamaya çalıştı bu sözleri. Alkışlayan ellerin arasına doğru ellerimi uzattım. Ellerim adeta koltukların arasına doğru uzamıştı. “Şurada bir Hanımefendi var, buraya davet etsem.” diyerek sevdiğim kadını çağırdım sahneye. İşte olmuştu. Mutluluk adlı tiyatro oyununda “Benimle mutlu olur musun?” diye sormam ve “Evet” cevabını almamla birlikte dansçılar bizim için dans ettiler.
Hayatta yapmaktan en keyif aldığım şeylerin başında eşime yapmış olduğum evlilik teklifi geliyor. İlki onu sevdiğim ve bu durumu bir ömürlük sözle taçlandırmak istediğim için. İkincisi ise bunu bir tiyatro sahnesinde yaptığım için. Kendimi ait hissettiğim bir yerde kendimi ait hissettiğim kişiyle olmak. Ne kadar sahici. Tiyatro izlemeyi, oyuncunun sahnelediği rolün tesirine girmeyi o kadar özlüyorum ki… Şuan için alkış sesleri hayal gibi geliyor.
Antik Yunan’dan günümüze; İsmail Dümbüllü’den Kel Hasan Efendi’ye, Muhsin Ertuğrul’dan Haldun Dormen’e kadar geleneksel ve modern tiyatronun her türlüsü aldığımız birçok ilaçtan daha iyi geliyor. Televizyon kanallarındaki psikolog dizilerinin azalmasına bile tiyatronun tozunu daha çok solumak sebep olabilir. Tiyatro, ruh halimize ve dünyamıza eşsiz katkıları olan bir sanat. Müzikallerin, okunan şiirlerin, atılan uzun tiratların, sahne arkasındaki gözlerin, ön koltuktaki meraklı hallerin hepsi ama hepsi büyük bir kültürün getirdikleri.
İki gün önce dünya tiyatro gününü idrak ettik. Birçok kişi perdelerimiz kapanmasın dileğinde bulundu. Fakat perdeler bir bir ve sessizce kapanıyor. Seyirci ve alkış sesi olmadan açık olan perdelerin hiçbir anlamı yok. Covid 19 küresel salgını tedbirleri kapsamında 1 yıldır sahneler öksüz. Eğer açıklanan kısmi açılma devam edecekse sahneler de eskisi gibi şen kalmalıdır. Aksi halde düzensiz kalabalıkları ve hijyenin hiçe sayıldığı ortamları görüp tiyatro sahnelerini de sessiz ve mahzun bırakırsak tüm sahne emekçileri hesabını bizlerden sorar. Bu durum; benim, sizin, tiyatro emekçilerinin ve bizi yöneten yöneticilerin vebalidir. Dünya tiyatro gününüz kutlu olsun…