Topkapı Sarayı’na hiç gittiniz mi? Gitmemişseniz eğer, muhakkak gidin derim.  Tarihin güçlü yaşanmışlıkları, tüm canlılığıyla karşınızda! Fatih’i, Yavuz’u, Murat’ı bir bir hissediyorsunuz… Hele ki Kutsal Emanetler, tam bir duygu seli… Efendimiz’in ayak izi, Sakal-ı Şerif’i, su içtiği gümüş kabı… Fatıma annemizin sandığı… Ali Efendimiz’in kılıcı… Hazreti Musa’nın (as) asası! Gururun ve özlemin kabarması bir yana, o zamanları görememenin hayıflanılması başka bir yana…

Biz de hazır havalar da güzelken Topkapı Sarayı’na gittik öğrencilerle. Öğrencilerin ilgisi bir hayli fazla oldu. Özellikle teknoloji çağının bir şeyleri somutlaştırma kolaylığı, çocuklara da yansıdığı için gördükleri ve duygulandıkları her olguyu fotoğraflamak istediler. Bu istek de bu tarz ortamlarda mümkün olmadığından ufak tefek sürtüşmeler yaşadık. Kurallara uymaya çalıştık; fakat üsluplar bizi çok yordu…

Küçük yaştaki öğrencilere, eğitimciler olarak kurallara uymayı öğretmek için elimizden geleni yapıyoruz. Ve bunun eğitim camiasında kendi içinde bir yolu yöntemi var. Eğitimciler olarak özellikle yetişkin sıfatına koyduğumuz her insanın bu yol, yöntem ve üslup ile ilgili eğitim almalarını istiyoruz. Çünkü çocuklara karşı çevresel tutumlar, bizi aşırı derece rahatsız ediyor. Çocuklara karşı emirler, tehditler, hakaretler havada uçuşuyor. Sadece müzede değil, herhangi bir yere de gitsek, “yetişkinler” sanki her şeyi çok iyi biliyor ve yapıyormuşçasına çocuklara karşı hemen bir “bilgin ve eğitimci” moduna geçip onlara eğitim yahut pedagojik süreçle alakası olmayan patolojik davranışlar sergiliyorlar!

En basitinden… Cuma namazlarını küçük yaş gruplarıyla birlikte camide kılmaya çalışıyoruz. Yıllarca namaz kılmayan bireylerden yakınan dertli bireyler olarak, namaz algısının çocuklarda oturmasını ciddi anlamda önemsiyoruz. Lakin istisnasız her Cuma çıkışı “yetişkin” cemaatten en az birisiyle takışmamak için zor tutuyorum kendimi. Azarlamalar, bağırmalar, ağır eleştiriler! Neymiş, camide ses çıkarıyorlarmış… Neymiş, konuşuyorlarmış… Neymiş, gülüşüyorlarmış…

E bizim geleceğimiz değil miydi o çocuklar? Onlardan beklentimiz çok yüksek değil mi? “Şimdiki gençler çok zekiler, her şeyi beceriyorlar” diye böğrümüz kabarmıyor mu? Açmaya yakın çiçeklerimiz, meyve veren ağaçlarımız olmayacaklar mı? Neden üstüne basıp açmasını engelliyoruz çiçeklerimizin? Meyve verecek ağaçları neden taşlıyoruz? Çocukla çocuk neden olamıyoruz?

Bir Peygamber düşünün ki, kuşu öldüğü için kalkıp çocuğa ziyarete giden… Bir Peygamber düşünün ki, bir çocuk için dünyada en önem verdiği “namazı” durduran… Bir Peygamber düşünün ki, çocuk gördüğünde gülümseyen, saçlarını okşayan… Ve Peygamber izinde giden bir nesil düşünün ki çocukları hiçe sayan!

Allah sonumuzu hayretsin…