Lübnan doğumlu yazar Nassim Nicholas Taleb (kendisini Osmanlı vatandaşı olarak tanımlar), “Siyah Kuğu/Olasılıksız Görünenin Etkisi” adlı kitabında özetle “Öngörülemeyen ve tahmin edilemeyen bir olay gerçekleştiğinde insan zihni bunu makul biçimde açıklayan bir format geliştirir” der…

Karl Popper’den ödünç almıştır “Siyah Kuğu”yu…

“Bütün kuğular beyazdır” yerine “siyah kuğu yoktur” gibi yanlışlanabilir bir ifadeden yola çıkarak böyle bir varsayımda bulunur.

Talih, belirsizlik, olasılık ve bilgi konularına kafa yorar: “Bir kez belli bir dünya görüşü edindiniz mi, sadece sizi haklı çıkaran durumlar ilginizi çekmeye başlar. Çelişkili bir şekilde, daha fazla bilgi sahibi oldukça, görüşlerinizde kendinizi daha haklı hissedersiniz.”

“Olasılık teorisinin risk yönetimine uygulanması” üzerine dersler verir.

1987’de New York Borsası’nın çöküşünü önceden tahmin eden Taleb’in “Rastlantısallığa Aldanmak” da önemlidir.

Başa dönelim:

Taleb, “Siyah Kuğu” deyimiyle; olması ihtimal dışı görülen, fakat vuku bulduğunda etkisi çok büyük olan ve bir kez gerçekleştikten sonra, onu daha az rastlantısal kılacak bir açıklama uydurduğumuz olayları kastetmektedir. Siyaset, ekonomi, bilim ve teknoloji tarihinde, arkasında iz bırakan birçok olayın birer “Siyah Kuğu” olduğunu hatırlatır.

Yani…

Böyle durumlar karşısında mutlaka bir şeyler uydururuz. Fakat biz bunu uydurma kabul etmeyiz, ‘sebep veya sonuç’ olarak görürüz.

Ama gerçekte sebep de sonuç da böyle bir şey değildir.

Başından beri birçok uydurmalarımız var.

Bunların tek tek ortaya çıkarılması konusunda artık bir şeyler yapmamız gerekiyor.

Bunu yapmak için ise ilk önce zihinlerimizi formatlamak zorundayız.

Biz neyimizle, nasıl hareket ediyoruz, öncelikle cevaplandırmamız gereken soru budur.

Aklımızla mı, hislerimizle mi yoksa zihnimizin kendiliğinden refleks olarak geliştirdiği uydurmalarla mı?

Dikkat ederseniz, hemen hemen her konuda bir fikrimiz var. Fakat, kimse çıkıp da ‘Arkadaş, bu nasıl oluyor!’ diye sormuyor, sorma lüzumu bile hissetmiyor

Televizyon ekranlarına…

Gazete ve dergi sayfalarına bakalım…

Bir insanın her konuda fikrinin olması mümkün müdür?

Kışlada zehirlenme konusunda…

İran’daki olaylar hakkında…

Takımların futbolcu transferi meselesinde de hep aynı adamların fikrinin olması çok acayip bir şey değil midir?

Nitelik ortadan kalktığı için…

Yani kaliteli/hakiki olandan uzaklaştığımız için bir sürü yanlış şey süzgeçten geçip doğru imiş gibi sunuluyor veya kabul ediliyor.

Bugün çarpıtılmış bir zihin dünyamız var.

Hele ‘bizim dünyamız’!..

Çarpıtma konusuna Türkiye’den de İslam dünyasından da sayısız örnek verebiliriz. İşte bütün bunları bir araya toplayıp doğrularla ‘check etmek’/karşılaştırmak durumdayız.

Saçmalamayı bir hak olarak görüyorsak…

Çarpıtılmış zihinlerle mücadeleden de vazgeçelim. Yani iktidar, muktedir, burjuva, kültürel egemenlik, yerlilik, tam bağımsızlık gibi şeylerden de…

Şimdi hızla giden treni durdurup etrafa bakma zamanı:

Biz trenin üzerinde kıyasıya yumruk sallarken…

Ve yumruklarımızın neredeyse tamamı boşa giderken…

Değersizleşen ve çarpıtılan onca şey arasında yolumuzu nasıl bulacağız?