Vefatının 28. sene-i devriyesinde Cahit Zarifoğlu’nu rahmetle, hasretle anıyoruz. O’ndan hâlâ öğreneceğiz çok şey var. Üç İhlas, bir Fatiha ile; buyrunuz…

İslami gayret içerisinde bulunan bütün hareketleri izleyin. Gazete ve dergilerini okuyun ve sevin. Bilin ki hepsinin ayrı ayrı özellikleri, hizmetleri ve değerleri vardır. Ve bütün anlaşmazlığın ve çatışmanın ve kırgınlıkların aslında politik tercihlerden ötürü çıktığını unutmayın. Buradan anlayın ki Müslümanların politika nedeniyle bir araya gelememeleri, rejimin oyununa gelmek olmaktadır. Sözü buraya getirmişken şunları da ilâve edeyim. Son devir tarihimizi iyi bilin. (Okullarda okutulan “İnkılâp Tarihi” kitabından değil elbet.) Hiç olmazsa son yüz yılı. Özellikle Cumhuriyet Dönemini. Tartın bakalım, halkın egemenliği adına yapılanlar halkı ne hale getirmiş. İlk ve Ortaokulda kafanıza nakşedilmiş yalanlardan temizlenin. Düşünürseniz bunların neler olduğunu bir bakmaya görürsünüz. Bu arada itikat ve amelle ilgili bilgilerinizi mükemmel seviyeye getirin. İlmihal kitaplarını, dua kitaplarını okuyun. Bunların yanında Fuzuli, Mevlana ve Yunus Emre’yi, Saidi Nursi’yi, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u iyi okuyun.

Kalbinizi yumuşatın ama iradeniz sert olsun. Kelimelerinizi yumuşatın ama nüfuzunuz kuvvetli ve derin olsun.

İslamı tanıyorsunuz. Onu ibadetlerle de yaşıyorsanız, yayınları takip ederek de kavileştiriyorsanız, artık sizin başkalarına yardımcı olmanız gereken bir pozisyondasınız. Şimdi siz çevrenizdekiler için bir ‘imam kardeş’ olun.

Hepimiz mutlaka Kuran’ı su gibi okuyabilmeliyiz. Ve Arapçayı öğrenmeliyiz. Hangi türlüsü olursa olsun, ister pratik, ister kitabî. Öğrenelim ki, sonra da, “İslâm ülkeleriyle ilgili haberleri Yahudi yada Hıristiyan batıya hizmet eden kozmopolit haber ajanslarının ağzından dinliyoruz” gibi aptalca sızlanmalardan kurtulalım.

İslam’ı diğer sistemler yanında bir alternatif olarak ele alıyorsunuz. Zaman zaman da bazı tezler karşısına bir antitez olarak çıkarıyorsunuz. “Diğer sistemlerin insanlığı felakete götürdüğü anlaşıldı, o halde İslam uygulanmalı” gibi bir imaj çıkıyor yazınızdan. Peki o sistemler insanlığı

şikayet edemeyeceğimiz derecede bir mutluluğa kavuştursaydı ne olacaktı? İslâm’ı bir alternatif olarak ele alıp yola çıkınca, öne sürdüğümüz gerekçelerin değişkenliği bizi yan yollarda bırakabilir. İddiamız sarsılabilir. İslam kendisiyle vardır. Haklıdır. Bu konularda yazarken dikkatli olun.

Size derim ki inancımızla ilgili doğru ve güzel şeyleri nerede görürseniz alın.

Rahata talipsiniz ama elde edememekten şekvacısınız. Peki razı olmak nerede kaldı, hani sabır nerede şükür, hani kanaat. Altı üstü bir şiir diyip geçebilir miyiz. Bütün çalışmalarınızı bu açıdan gözden geçirin.

Eşrefoğlu Rumi, Risalei Kuşeyri okuyun. Bu ve benzeri eserlerde ve özellikle Kudsi Hadisi Şeriflerde Sabrı, Razılığı, Kanaati araştırın. Ve bunları hayata bakışınıza kazandırın. Tabii bunlarla birlikte cihadı öğrenin, nasıl yan gelip yatmaya, günlerce aylarca, yıllarca olumlu bir iş yapmadan boş didişmelerle vakit geçirmeye hakkımız olmadığını da içinize sindirin ki, bir evvelkilerin yanlış yorumlarıyla gönlünüz bir tembelliğe kaymasın.

Müslümanları yüreklendirecek şeyleri, yüreğin güzelliklerini, sevgi ve şefkati, merhameti, yiğitliği, şerefi, umut ve gururu, inanmış kalbin gururunu, bunları, hem de zıtlarıyla anlatma kolaylığını tercih etmeden, doğrudan doğruya kendilerini anlatarak anlatmaya çalışın. Teşhir etmeyin, aksine örtün, ayıpları ortaya dökmeyin.

Hoş olmayan şeyler duyarsanız yaymayın. Güzel olanları görün, bu ikinciler gizli ama daha çoktur.

Ehli takva olun. Ehli secde olun. Farzları alenen yerine getirin. Nafileleri kendi nefsinizden bile gizleyin.

Evinizde, giyiminizde, mektubunuzda, işinizde, sözünüzde, namazınızda, duanızda, secdenizde, orucunuzda, insanlara ve hayvanlara muamelenizde hep güzel olun

İslam inancıyla ördüğünüz bir kabuk içinde gizli batılı bir muhteva taşımayın. Batılılar ve Hıristiyanlar

da doğru söyleyebilir, ama biz onları mihenk taşımıza vuralım. Tahsil ve imtihan sıkıntıları yüzünden gizli gizli İslami özden soğumayın.

İmam-Hatip, İlahiyat ve sizin orda okuyanlar için sanırım bu husus çok önemlidir. İslami öze sıkı sıkı bağlı kalarak ilim öğrenmenin mükafatı diploma değildir. Diplomayı pek az işe yarayan küçücük bir izin belgesi gibi düşünün. Tarak, elbise gibi bir araç.

Sevgili Peygamberimizi anarken, Müslüman halkımızın anladığı isimleri kullanın. Bu konularda orijinallik yapma gayretlerinden şiddetle kaçının.

Çok düşünüp az şey söyleyin. Fikri sabitler adına kendinizi körü körüne ortaya atmayın. İyi tanımadığınız Müslümanlar hakkında körü körüne kanaatler edinmeyin.

Temayüz etmenin, rehber olmanın, makbul şeyler yazmanın yollarını da söyleyeyim. İlkin Allah korkusu bu açıdan, yazılan her cümlenin sorumluluğunun idraki… Zinhar bir tek vakit olsun namazı bile bile, göz göre göre kazaya bırakmamak, sabah namazlarını mümkünse camide kılmak, her an pırıl pırıl temiz olmak, her bakımdan ve hep Allah ve Peygamberi konuşan kişileri arayıp bulmak ve kendine kötülüklerden nasıl el etek çektiğini maddi delillerle ispat etmek, eylem halinde.

Bizim ihtiyaç hissettiğimiz olgu “entelektüellik” değil “basiret”tir. Olaylara bizim açımızdan basiretle bakan birine hiç bilmediği konulardan sorun, onun hiç açık vermediğini göreceksiniz. Çoban olabilir, herhangi bir esnaf olabilir bu adam.