Mühim bir Batılı araştırmacı, tarihî eserlerle ilgili tetkiklerde bulunmak üzere Türkiye’ye gelmiş. Kendisine, bulunduğu ilin valisi refakat ediyormuş. Vali bey o ildeki tarihî eserleri göstermek üzere misafirini arabasıyla gezdirirken bahsini ettiğimiz mühim araştırmacı zat yolun kenarına atılmış bir mezar taşını fark ederek arabayı durdurmak ister. Bunun üzerine vali bey mezar taşına bakıp; ‘Ha, o mu, bizde ondan çok var...’ buyurarak otomobili durdurmanın gereksizliğine (!) işaret eder…

İşte o Batılı zat aynen şöyle demiş hadisenin sonrasında: Ben, bulunduğum her platformda, Türklerin barbar oldukları iddiasına şiddetle karşı çıkardım. Zira sahip oldukları medeniyet gerçek bir zarafet ürünü lakin bu olayı yaşadıktan sonra sarsıldım ve maalesef kanaatim değişti…

Evet, hâl-i pür melalimizi anlatan ibretlik bir hikâye…

Ve bu hikâyenin kahramanları, ne yazık ki bizleriz.

Bizler; yani hepimiz…

Tarihiyle, kültürü, sanatı ve medeniyetiyle, estetik değerleriyle böylesine kanlı bıçaklı olan kaç millet vardır dersiniz?..

Bursa…

İlk payitaht.

Yüzyıllar boyu insanlığa hizmet eden bir medeniyeti emziren şehir.

Sütannelik ettiği medeni değerlerin bir bir yıkılmasına ve yok edilmesine şahit olan bahtsız şehir… 

Yüzlerce han, hamam, mezarlık, cami, medrese dergâh, hazire, mektep, köprü, çeşme, kütüphane, konak ve canım evlerin hoyratça yok edildiği bir şehirde yaşamak, nasıl bir duygudur, anlatılamaz…

Peyderpey yok edilen bir şehirdir Bursa…

Acımasızca, hoyratça ve işin kötüsü bilgisizce…

Dikkat çekmeye çalıştığımız bu imha sürecinin büyük bir kısmına tanıklık eden Bursa Mevlevihanesi’nin son postnişini Mehmet Şemsettin Efendi, “Nakkaş Ali Camii Haziresi”nin ortadan kaldırılışı ile âdeta figan ederek şu sözleri söylüyor: 

“Bu yerler, kadirşinas bir kavmin elinde bulunmuş olsa idi, mezkûr yer bugün mamur ve müracaat-ı kâr-ı cumhur olurdu. Vah vah vah…”

Evet, gerçekten vah ki ne vah!..

İşte gadre uğrayıp yok edilen yerlerden birisi de Bursa Mevlevihanesi idi.

Sultan I. Ahmed’in emriyle Cünûnî Ahmed Dede tarafından 1615 yılında kurulan ve üç asırdan fazla sadece Mevleviliğe değil Türk kültürüne ve sanatına hizmet eden bu eser, tarih ve medeniyetle kavgalı bir anlayışın hükümferma olması nedeniyle önce karakol, ardından depo ve hatta ahır olarak kullanıldı ve en sonunda topyekûn ortadan kaldırılarak su deposu hâline getirildi.

Aradan yıllar geçti ve Numaniye Dergâhı banilerinden Safiyuddin Erhan Bey, ‘Bursa Mevlevihanesi’nin fotoğraflarının elde olması sebebiyle vakıflar tarafından binanın yeniden ihyasının rahatlıkla yapılabileceği’ fikriyle çalmadık kapı bırakmadı.

Herkes, tüm yetkililer bu çağrıyı görmezden ve duymazdan geldiler; ta ki Alinur Aktaş Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı oluncaya kadar…

Mevlevihane’nin yeniden ihyası meselesinde hiç vakit geçirmeden inisiyatif alan Alinur Aktaş, başta Safiyuddin Bey olmak üzere Bursa eşrafıyla toplantılar yaptı ve nihayetinde yeniden ihyanın imkânı oluştu.  

Geçtiğimiz ekim ayında ve tam 98 yıl sonra büyük emekler verilerek ihya edilen Mevlevihane açıldı ve tarih, medeniyet, kültür ve sanat ile kavgalı dönemin sebep olduğu yıkım, bir nebze de olsa tamir edilerek ecdada saygı adına ciddi bir merhale katedilmiş oldu.

Bu hayırhah gelişme için başta Sayın Başkan Alinur Aktaş olmak üzere emeği geçen herkese müteşekkiriz.