Edward de Bono’nun “Düşünce Gücü” isimli bir kitabı var. Nasıl düşüneceğimize, nasıl düşünmemiz gerektiğine dair yeni yaklaşımlar önerir. Olağandışı düşünme tekniklerini anlatırken aslında hiç de yabancısı olmadığımız görüş ve düşünceleri yeni bir bakış açısı katarak izah eder. Okuyana “böylesi de mümkün” dedirtir. Hatta çoğumuzun dudak büküp gereksiz gördüğü ‘etkin’ düşünme nimetinin tadına varmamıza yardımcı olur. Söz konusu sorunun doğru algılanması ve çözümlenmesinden strateji geliştirip sonuçlandırılmasına kadar farklı düşünme tekniklerini okuruyla paylaşır.
Şimdi vereceğim bilgi sözünü ettiğim kitapta elbette yok…
Ama ‘stiletto’ yani yüksek topuklu dediğimiz ayakkabıyı kim düşündü, nasıl icat etti?
Kaldırımsız ve asfaltsız yollarda -hafif tabiriyle- pisliğe basmamak, bulaşmamak için geliştirildiğine dair bilgiler var.
Bir bilgi de Floransa burjuvasından Mecidislere dayandırılır. Kızları 1533’te bir dük ile evlenecektir. Boyu çok kısa olduğu için Leonardo da Vinci’den yardım istenir. Ünlü ressam da yüksek topuklu bir ayakkabı tasarlar ve düğünden sonra bu ayakkabı sosyetede moda olur…
Mesela ‘yara bandı’nı kim icat etti?
Earle Dickson’ın eşi çok sakardı. Her akşam eve geldiğinde eşinin kendine zarar verdiğini görünce çare düşünmeye başladı. Evindeki gazlı bezleri bölüp yapışkan bandların ortasına yerleştirerek küçük yaralarda kullanmayı denedi. Başarılı da oldu. Bugün de dünya devi olan Johnson&Johnson şirketinde çalışıyordu. Buluşunu patronuyla paylaştı. ‘Band-Aid’ (yara bandı) adı verilen ürün geliştirildi ve 1924’ten itibaren fabrikada üretilmeye başlandı.
Tükenmez kalemi kim icat etti?
Bir Macar gazetesinde editör olarak çalışan Laszlo Biro, mürekkebin kurumasını önlemek için ‘ballpoint’ mekanizmasını geliştirdi. 1938’de tükenmez kalem için ilk patenti Arjantin’de aldı. Savaştan sonra, tükenmez kalem çeşitleri peynir ekmek gibi satılmaya başlandı.
Zamanı en doğru ölçen saati kim buldu?
Ta 1656’da Hollandalı matematikçi Christiaan Huygens icat etti. ‘Pendulumu’ geliştirerek ilkel saatlerin daha doğru sonuç vermesini sağladı.
Ya buzdolabını ilk kim düşündü, geliştirdi, üretti?
Dünyanın en soğuk bölgelerinden İskoçya’da yaşayan William Cullen, 1748’de soğutma etkisinin temel kaynağı olarak gazların hızla soğutulması prensibi ile ilk başarılı soğutma işlemini gerçekleştirdi. Bu deneyden yola çıkan ABD’li Oliver Evans 1805’te ilk buzdolabını icat etti.
Ya interneti kim düşündü, nasıl bulundu?
Sıkı durun… ABD askeri araştırma ve geliştirme kolu DARPA (Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı) 1960’ların sonunda ARPANET’i kurdu. Bilgisayardan bilgisayara bağlantı ağı, askeri ve akademik araştırma amaçlıydı. Diğer bilgisayar ağları, birkaç yıl içinde dünyayı sarmaya başladı ve 1970’lerin sonunda bilgisayarcılar, herhangi bir ağdaki bilgisayarların diğer ağlardaki cihazlarla iletişim kurmasını sağlayacak tek bir TCP/ IP protokolü oluşturdu. Vinton Cerf bu protokolü icat eden kişi olduğu için internetin babası olarak kabul edilir.
10 yıl sonra İngiliz bilgisayar hocası Tim Berners-Lee, 1989’da HTML işaretleme dilini geliştirdi. Dünya Çapında Ağ olarak da tanımlanan World Wide Web (www) bilgi paylaşım sistemini kurdu ve sonrasında internet küreselleşti…
Yani demem o ki…
Kürdandan düğmeye, çıtçıttan kravata, bilgisayardan ampule, uzay bilimlerinden elektrikli otomobile…
Hemen her şey bir merak ve düşüncenin eseri…
Bilginin temeli merak…
Şimdi biz ‘yerli’ ve ‘milli’ bir icattan söz ederken veya bütün bunları tartışırken…
Aslında hepimizin bildiği bu türden hikâyelere yeniden dönmeliyiz. Yoldan sapmadan, çamura batmadan ve dikkat kesilerek, ‘düşünme’ biçimlerimizi değiştirerek üstesinden gelebiliriz.
Hayranlık, taklit, özgüven eksikliği, basiretsizlik en büyük düşmanımız.
Muhtaç olduğumuz kudret genetik kodlarımızda saklıdır…