“Kestik…

Kapının üstündeki Arapça yazı neyin nesi?”

“Apartmanın girişinde Besmele yazıyor hocam”

“Tamam, anladık, kadraja ne diye alıyorsun, dini film mi çekiyoruz?”

“Besmele bu hocam, sokaktan geçen herkes görüyor… Ben kadraja alsam ne olur almasam ne olur?”

“Bu kamerayı nerden buldunuz böyle? Bana din dersi veriyor… Yeniden çekiyoruz, az aşağı, yakın plan al, sadece apartmanın girişi… Tamam, iyi böyle…”

Kamerayı omuzlayan dışında yönetmeni, yapımcısı, senaristi, oyuncuları itinayla seçilmiş, uzaydan toplanmışlar sanki…

Yüzde bir, ikilik kısmı hariç, sinema ve dizi sektörünün İslâm’a, bu toprakların rengine, değerlerimize uzaklığı ve belki de bilinçli mesafesi nereye, ne zamana kadar devam edecektir?

Hangi çağda yaşıyoruz, Yıl 2021 olmuş?

Milletimiz sinemada veyahut dizilerde dua eden, abdest alan, namaz kılan, oruç tutan bir karakter, duvarda hat sanatı görünce şaşırmaya, yadırgamaya devam mı edecek?

Sinema dilinde hiçbir şey tesadüfi değil; duvardaki tablo, masadaki veyahut kitaplıktaki ikonalar, seçilen cümleler, kelimeler, oraya buraya serpiştirilmiş her şey…

Yani mekânlar, tefrişat, senaryoya sabit konuşmalar hepsi proje dâhilinde çalışılıyor.

Bu yüzden duvarlarda İslami figürler, dini simgeler veyahut ahlaki kıymeti olan semboller göremiyorsunuz.

İçeri giren selam vermiyor; yaşlı başlı adamlar, Selamün Aleyküm’ü hiç duymamışlar gibi; Merhabalar, iyi günler, selamlar…

Cümlenin sonunda İnşallah, ortasında Allah izin verirse, başında Maşallah gibi İslam’ı, Müslümanı akla getirecek, bilinçaltına nüfuz ettirecek tek bir kelam yok.

Eli tesbihli, başı tülbentli, ağzı dualı nine veyahut takkeli hacı dedeler yok.

Ramazan yok, iftar, sahur yok, Cuma namazı hiç yok…

Bu filmler, bu diziler fanusta mı çekiliyor?

Bir cami görüntüsü, bir ezan sesi, camiden çıkan bir Allah kulu göremiyoruz.

Filmlerde, dizilerde karakter isimleri de değerlerimize mesafeden nasibini alıyor; mert, kaya, hale, derin, volkan, inci, ege, jale…

Her sanatın, mesleğin, bilimin zamanla kendine has ve hususi dili oluşur.

Sinemanın da dili oluşmuştur; resimle, müzikle, şiirle anlatılamayanı, hepsini kullanarak ifadeyi başarabilen sanatın dili…

Şimdi sorum şudur;

Sinema derken içinde dizi sektörünü de bulunduran bu sahanın milletin değerleriyle barışma vakti gelmiştir de geçmemekte midir?

Soru biraz yavan mı kaçtı, şöyle düzelterek genişletelim;

Ulus devlet modernleşmesinin, yani laikleşmenin, yani sekülerleşmenin, hülasa batıcı çağdaşlaşmanın bir aracı olarak kullanılan sinemanın, artık bu ideolojik, bu sosyal mühendislik proje alışkanlığını, esasen dayatmasını sorgulamasının zamanı gelmedi mi?

Kendi topraklarının rengine bu kadar uzak, bu kadar mesafeli ve bu kadar ön yargılı bu sektör neden bu haldedir, hiç tartışmayalım mı?

18 yıllık AK Parti iktidarında bu durumun eleştirisinin başlamamış olmasına şaşırmayalım mı?

Belki eleştiri, ayakları yere basan, bu toprakların rengine aşina sektörün oluşumunun nasılına ve elbet niçinine doğru yol alacaktır.

Kestik…