Bu yazıyı size Tunus’ta bir otel odasında yazıyorum. Tunus’un son siyasi durumunu yazmak istedim, ama telefonumu açtığım andan itibaren, KCK’nın yaptığı açıklama üzerine çok sayıda mesaj gelince, ben de Tunus’ta bir otel odasında korkularımı sizinle paylaşmak istedim.

Geçen ay bölgede yaptığım temaslar neticesinde ısrarla yazdım. Çözüm Süreci önündeki en büyük tehlikenin; PKK’nın Kızıltepe, Cizre, Nusaybin ve Akçakale gibi sınır yerlerine çok sayıda silahı sokması olduğunu. Bu tespit bana da ait değil. Görüştüğüm üst düzey bürokratların büyük bir kısmı bunu belirtiyor, bu gidişle temmuz ayında bir çatışma ihtimalinden söz ediyorlardı. Bu tür bir yaklaşımı PKK kaynakları da kabul ediyordu.

Son günlerdeki açıklamalara bakıldığında bizi hoş olmayan gelişmelerin beklediğini ifade edersek yanılmış olmayız. Bir taraftan valiliklerin operasyon yetkisinin tırpalanmasını isteyen asker, diğer taraftan şehirlerde silahlı yapılar kurmaya çalışan PKK ve siyaset üzerinden Cumhurbaşkanı ve HDP’nin açıklamaları.

Üzülerek ifade edeyim ki, umutlu olduğum anda en büyük korkuyu yaşıyorum. Çünkü biliyorum ki, Allah korusun, tekrar silahlar patlarsa ne PKK eski stratejisini devam ettirir ne de devlet. Olan yine bizim gibi gecesini gündüzüne katan, kanın ve silahın durması için çalışan ve umut bağlayan vatandaşa olur. Kırılan sadece umudumuz olmaz, güvenimiz de kaybolur ki, bunun telafisi kolay değil.

Demokratikleşme ve Çözüm Süreci’nin birbirinden ayrılmadığı, ikisinin de birbirine bağlandığı bir politika içinde elbette sıkıntıların olması, gitgellerin yaşanması normal. Seçim öncesi gerginlikler üzerinden meseleyi okumaya çalışmak da mümkün. Lakin tablo böyle değil, sürecin devam etmeyeceğine dair ciddi bir korku oluştu.

Hiç kimse kimseyi kandırmasın, bölgede halk bu korku üzerinden siyasetini şekillendirmeye çalışıyor. İnsanların büyük bir kısmı siyasi tercihlerini yaparken aynı zamanda şunu da söylüyorlar; burada siyaset tıkanırsa kan akar, silah patlar, bu da normalleşmenin sonu olur.

Meselenin güvenlik konseptiyle çözülemeyeceği bu kadar açıkken hala silahların masada olması, hala susmaması elbette sorgulanmalı. Bununla birlikte Kürt sorununun neden PKK’ya endekslendiği de sorgulanmalı. Kürt sorununu PKK ve silahlarının gölgesinden çıkarmak istiyorsanız bunun için yapılması gereken öncelik demokratik bir Anayasa’nın kabulüdür. AK Parti, bu ülkede Kürt sorununu çözer, PKK’nın elindeki silahı bıraktırabilir ve bunu yeni Anayasa ile taçlandırabilirse işte o zaman kurumsal değişimi sağlamış olur. Ne yazık ki güven bunalımı üzerinden devam eden süreç, normalleşmeyi getirme umudunu rafa kaldırmak üzere, bunu görmemiz gerekiyor. Bu nedenle herkesin tekrar durduğu yeri bir gözden geçirmesi gerekiyor. PKK’nn Silahsızlanma Kongresi’ni toplamayacağını bildirmesi ne kadar yanlışsa, devlet projesi olarak ortaya çıkan Çözüm Süreci’nin olmadığını ifade etmek de o kadar yanlıştır.

Kürt sorununun ret, inkar ve asimilasyondan demokratikleşmeye evrildiğini söyleyebiliriz. Lakin bu evrilme içinde hala silahlı bir yapının olduğunu ve bu yapı ile devletin silah bıraktırmak için görüştüğünü de gözden kaçırmamak gerekiyor.

Milli bir proje olarak karşımıza çıkan Çözüm Süreci Projesi eğer rafa kaldırılır, içi boşaltılmaya çalışılırsa biz yine meseleyi provokasyonlara, silahlara açmış oluruz. Eğer Yeni Türkiye’yi inşa edeceksek devlet paradigmasını, bir örgütün varlığına göre oluşturmamalıdır. Devlet o paradigmaya inanıyor ve bunun da çözüm getireceğini görüyorsa kızılcık şerbeti içmeye devam etmeli ve süreci sonlandırmalıdır. Yoksa hepimize yazık olacak.