Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 78. dönem açılış törenleri için dünyanın farklı bölgelerinden gelen hükûmet ve devlet başkanları geçtiğimiz hafta boyunca New York’taydı. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan da geniş bir heyetle New York’a gelerek muhtelif temaslarda bulundu ve 19 Eylül tarihinde Genel Kurula hitap etti.

Erdoğan, BM’deki konuşmasında pek çok bölgesel ve küresel meseleye değinip Türkiye’nin bu konulardaki pozisyonunu anlattıktan sonra uzun zamandır ısrarlı bir şekilde dile getirdiği; “Dünya beşten büyüktür” ve “Daha adil bir dünya mümkün” söylemlerini tekrar ederek artık BM’de yapısal bir reformun elzem hale geldiğini tüm dünyanın dikkatine sundu.

Ancak bu sene, önceki yıllardan farklı olarak Erdoğan’ın haricinde pek çok liderden de bazı nüanslarla birlikte benzer mesajları duyduk. Biz Cumhurbaşkanımızın BM reformundan neyi kastettiğini ve bunun için neler yapıldığını az çok biliyoruz ama kısaca özetlemek gerekirse; Güvenlik Konseyindeki mevcut karar alma yapısını değiştirerek BM’yi beş daimî üyenin tasallutundan kurtarmak ve bu sayede BM’yi daha şeffaf ve adil bir hâle getirmek olduğunu ifade edebiliriz.

İletişim Başkanlığının bu kapsamda uzun süredir uluslararası boyutta çalışmalar yaptığını ve Türkiye’nin tezlerini dünyanın farklı bölgelerinde tertiplediği etkinliklerle muhataplarına anlatmaya çalıştığını da belirtmemiz gerekiyor. Hâl böyle olunca, bu sene BM’de daha fazla liderden, reforma yönelik talepler duymamızın İletişim Başkanlığımızın gayretlerinin bir sonucu olabileceğini ileri sürmekte bir beis görmüyorum.  

Her ne kadar BM’nin reforme edilmesine yönelik daha fazla talebin yükseldiğini söylesek de bu konuda beyanlarda bulunan herkesin olaya aynı zaviyeden baktığını söylememiz de gerçekçi olmayacaktır. Zira bu konuda açıklama yapan aktörlerin çoğunun, BM reformundan anladıkları şeyin; kendi pozisyonlarını güçlendirmek ve BM’nin sevk ve idaresinde daha fazla rol almak olduğu anlaşılmaktadır.

Aslında BM’deki reform tartışmaları yeni bir durum da değildir. Ancak günümüzdeki tartışma ve taleplerle geçmiştekiler arasında niteliksel farklar olduğunu söylemek mümkün. Zira daha önceki yıllarda BM’den; küresel kalkınmaya daha fazla katkı sağlaması, çatışma önleyici ve barışı sağlayıcı operasyonlarda daha etkili olması ve daha sağlıklı bir yönetişimin temin edilmesi talep edilirken bugün genel olarak Güvenlik Konseyinin yapısına yönelik eleştiriler yapılmakta ve alternatif teklifler üretilmektedir.

Bunun en önemli sebebi ise Güvenlik Konseyinin, BM’nin en etkili ve yaptırım gücü olan yegâne organı olmasıdır. Her ne kadar Genel Kurul tüm üye devletlerin temsil edildiği ve en geniş tabanlı BM organı olsa da nihayetinde kararları tavsiye niteliğinde olduğundan Güvenlik Konseyinin gölgesinde kalmaktadır.

Mevcut durumda Güvenlik Konseyi; veto hakkı da olan beş daimî (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) ve 10 geçici (bölgesel dağılıma istinaden Genel Kurul tarafından iki yıllığına seçilen) olmak üzere 15 üyeden oluşmaktadır. Konseyde herhangi bir karar almak için en az dokuz üyenin kabul oyu vermesi ve hiçbir daimî üyenin de bu kararı veto etmemesi gerekmektedir. Yani Güvenlik Konseyince alınması planlanan bir karara 14 üye kabul oyu verse bile, daimî üyelerden herhangi biri veto hakkını kullanırsa bahse konu kararın kabul edilme şansı kalmamaktadır.

Dolayısıyla BM’nin reforme edilmesi deyince bundan Güvenlik Konseyinin yapısının ve karar alma şeklinin değiştirilmesinin kastedildiğini anlamamız gerekmektedir. Reform konusunun önemini daha iyi idrak edebilmek için, BM’nin kurulduğu 1945 yılındaki Güvenlik Konseyi yapısının bugünden farklı olduğunu ve BM’nin üye sayısındaki artışa istinaden bu konuda bazı güncellemeler yapıldığını hatırlatmamız gerekir. 

Zira 1945 yılında BM’nin sadece 51 üyesi bulunmakta ve buna mukabil Güvenlik Konseyi; beş daimî üye ve sadece altı geçici üyeyle birlikte toplam 11 üyeden oluşmaktaydı. Zamanla üye sayısının artması üzerine 1965 yılında üye yapısında değişikliğe gidilerek günümüzdeki kompozisyon oluşturulmuştur. Şu an itibarıyla BM’nin 193 üyesi olmasına rağmen, Güvenlik Konseyinin yapısı hâlâ 1965’teki şekliyle devam etmektedir. Bununla birlikte karar alma usulünde de herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir.

Güvenlik Konseyindeki en önemli sorun karar alma usulü olmakla beraber, yetersiz bölgesel temsilin de en çok şikâyet edilen konu olduğunu belirtmemiz gerekir. Zira bugün itibarıyla Afrika’da 54, Latin Amerika ve Karayipler’de 33 devlet olmasına rağmen Güvenlik Konseyinde daimî olarak hiç temsilcileri bulunmamaktadır. Ayrıca 54 devlet bulunan Asya sadece Çin ve 23 devletin bulunduğu Doğu Avrupa da sadece Rusya tarafından daimî olarak temsil edilmektedir. Buna rağmen 29 devletin bulunduğu Batı Avrupa ve Kuzey Amerika bölgesi; ABD, İngiltere ve Fransa tarafından yani üç devletle daimî olarak temsil edilmektedir.

Güvenlik Konseyindeki geçici üyelik dağılımı ise şu şekildedir: Afrika üç, Asya iki, Latin Amerika ve Karayipler bir, Doğu Avrupa bir ve Batı Avrupa-Kuzey Amerika iki.

Görüldüğü üzere BM Güvenlik Konseyinde daimî veya geçici üyelik bakımından Batı ve Doğu olmak üzere Avrupa’nın genel olarak orantısız bir üstünlüğü bulunmaktadır. Dolayısıyla her ne kadar kurucuları arasında Rusya ve Çin gibi iki Doğulu ülke olsa da temsil ve karar alma gücü bakımından BM’nin Batı merkezli bir uluslararası kuruluş olduğu iddialarının yersiz olmadığı inkâr edilemez bir gerçekliktir.

Buna mukabil, 2004 yılında kurulan ve G4 olarak isimlendirilen; Japonya, Brezilya, Almanya ve Hindistan’dan müteşekkil grup, 2005 yılında Güvenlik Konseyinin yapısının değiştirilmesine yönelik yeni bir taslak plan sunmuştur. Bu plana göre Güvenlik Konseyinin daimî üye sayısı; iki Afrika’dan, iki Asya-Pasifik’ten, bir Latin Amerika ve Karayipler’den ve bir tane de Batı Avrupa’dan olmak üzere altı ülkenin eklenmesiyle 11’e çıkarılacak, geçici üye sayısı da 10’dan 14-15 civarına yükseltilerek toplam üye sayısı 25-26’ya ulaşacaktır. 

G4 grubunun taslağında, bölgesel dağılımın yeniden dizayn edilmesinin yanı sıra daimî üyelerin veto hakkının kaldırılması da önerilmekte ve bunun yerine oy çokluğu veya nitelikli oy çokluğu yönteminin geçerli olması tavsiye edilmektedir. Hatta benzer bir şekilde çalışmalar yapan Afrika Birliğinin taslağıyla G4 grubunun taslağı neredeyse örtüşmektedir.

Ancak Güvenlik Konseyinin yapısını ve çalışma şeklini değiştirmeye matuf bu gibi planların hayata geçirilebilmesi için mevcut daimî üyelerin bu değişiklikleri kabul etmeleri veya veto etmemeleri gerekmektedir. Özellikle son dönemde ABD ile Rusya ve Çin arasındaki gerginlik ve hatta rekabet göz önünde bulundurulduğunda ne ABD’nin ne de Rusya veya Çin’in ellerindeki bu güçten feragat etmelerini beklemek gerçekçi gözükmemektedir.

Buna rağmen haksız ve adaletsiz mevcut statükonun daha fazla sürdürülmesi de mümkün değildir. Zira artık II. Dünya Savaşı sonrası koşullar değişmiş olup yeni bir düzenin kurulma zamanı çoktan gelmiştir.

Yeni bir düzen kurulması için “III. Dünya Savaşı”nın çıkmasını beklemek yerine, muhtemel bir değişiklik durumunda veto hakkını kaybedecek daimî üyelere, durumun aleyhlerine kullanılmayacağına dair bazı garantiler verilmesi en makul seçenek olarak gözükmektedir. Bu sayede Güvenlik Konseyindeki mevcut kilitlenmişlik aşılabilecek ve BM sisteminin savaşsız da revize edilebileceği gösterilmiş olacaktır.

Daha fazla üyenin yer aldığı bir Güvenlik Konseyi, temsiliyet bakımından mevcuda göre daha adil olacak ve daimî üye olsa dahi hiçbir üyenin veto hakkının olmaması, üyeleri herhangi bir konuda karar almak için iş birliğine zorlayacaktır. Güvenlik Konseyindeki yeni kompozisyon, günümüzde yaşanan kutuplaşmayı birdenbire sonlandırmasa da zorunlu olarak asgariye indirecek ve zamanla yaşanacak yumuşama neticesinde tamamen ortadan kaldırabilecektir.

Bu nedenle Cumhurbaşkanımızın dillendirdiği “Dünya beşten büyüktür” şiarını sahiplenip daha çok dile getirip yaygınlaştırmak, muhatapların değişime ikna edilmesi bakımından elzem gözükmektedir. Nihayetinde neden “daha adil bir dünyada” yaşamayalım ki?