Kişiliğimiz ve karakterimizin gelişiminde genetik kodlarımızın büyük bir önemi var. Genetik yapımızın yanında hayatımızın ilk otuz altı aylık dönemi karakterimizin oluşmasında başat bir role sahip.
Yeni yetişen genç nesil çok çabuk sıkılıyor. Zorlamaya gelmiyor, çok çabuk kırılıyor. Sıkılan her çocuk sessiz bir çığlığın yansıması. Çocuklarımız lisan-ı hal ile; ebeveynleri ile daha çok vakit geçirmek istediklerini beyan ediyor. Hız çağında yaşayan, her yere yetişme gayret ve çabasında olan ebeveynler ise zaman bulamamaktan şikâyetçi. Yirmi dört saat yetmiyor!
Çocuklarımızdaki bu davranışların temelinde yatan dürtü;” anne ve babalarının dikkatlerini çekmeye yönelik çığlıkları olabilir.” Bu çığlıklar duyan kulakları sağır edecek dereceye kadar yükselebilir.
Bu günün velileri, anne babaları seksenli yılların çocuklarıydı. Televizyonların ilk vurduğu nesildi. Televizyonun cazibesine kapılan anne ve babaların diziler karşısında müptela olduğu bir zamanın ilk defolu ürünleriydi.
İzlenen dizilerin saatleri geldiği vakit zaman durur, dışarıda insan denen canlıdan eser kalmazdı. Ocakta yemekler unutulur, söz biter, dikkatler televizyona kilitlenirdi.
Brezilyanın pembe dizileri, o kadar yavaş ilerlerdi ki aylar sonra tekrar izlemeye başlasanız yinede bir şey kaçırmazdınız. Bu dizileri Amerikan ve Hint dizileri takip ederdi. Çocuklar saatlerce süren çizgi filmleri takip ederdi. Çin ve Japon çizgi filmleri insanları ekrana bağlardı adeta. Bu dizileri Türk dizileri takip etmeye başladı. Yıllarca sokaklar kan gölü haline geldi. Ortalarda ne devlet vardı ne de polis. İnsanlar değersiz birer canlıymış gibi katledildi, sokaklar oluk oluk kan gölüne döndü. Bir “dur!” diyen çıkmadı. Bu dizilerdeki kahramanlar(!) çocuklarımıza ve gençlerimize rol model oldu. Kuralsızlık kural olmaya başladı.
Şimdinin anne ve babaları o dönemde birer genç kız ve delikanlılardı. Her ölüm sahnesini izlediler. İzleyerek büyüdüler. Böylece hayatımızın ipini sihirli kutu yavaş yavaş teslim aldı.
Bir paradigma kırılması yaşadık. Yabancı yiyecek ve içeceklerle bu dizilerin arasında verilen reklamlar, ve bu reklamların etkisinde kalarak yabancı kültürün yemeklerine alıştık. Bizi biz yapan değerlerden çok hızlı bir şekilde uzaklaştık. Popülizme kurban olduk. Bu neslin çocukları içeriği belli olmayan mamalarla, aşılarla büyüdü, gelişti, serpildi.
İşte bu gençlerin kurduğu yuvalarda doğan çocuklar şimdi eğitim öğretim basamağının her aşamasında karşımıza çıkıyor. Hala zamanının altı saatini televizyon karşısında tamamen pasif bir şekilde geçiriyor. Geçirmeye de devam ediyor.
Çocuklarına ne oldu dersiniz? Onlarda atalarından kalan mirasın sahipleri varisleri. Onlar da şimdi internet ve cep telefonu bağımlısı. Anne ve babanın gen aktarımları “bağımlılık” üzerine olunca nesillerimizde hayata birer bağımlı olarak başlıyor. Hem de kendinden olmayan her şeye bağımlı.
Bu bağımlılık bireyleri esir almış durumda. Cep telefonları, tabletler adeta bir uzvumuz gibi. İnternetsiz bir hayat düşünülemiyor. İnternet yoksa hayat damarlarımız kopmuş gibi. Bu sanal dünyada hiçbir şeyin değeri yok. İnsanın bile… sokaklarda insanlar yürürken önüne bile bak/a/mıyor.
Gerçekle yüzleşmekten korkan, sıkılan, hiçbir şeyden memnun kalmayan, hiçbir şeyin değerini bilmeyen, idrak edemeyen hazırcı bir nesil nasıl oldu diyorsanız, haklısınız…Birkaç dakika durup aynaya bakmamızda yarar var. Çünkü aynalar yalan söylemez.