Müstemlekât Nâzırlığı (Sömürgelerden sorumlu Bakan) yapan 19. Asır İngiliz Başbakanlarından William Ewart Gladstone (1809-1898), İngiltere’nin bi’l-hássa İslâm ülkelerindeki sömürge politikalarının başarısı için meclis-i meb‘úsana şöyle bir rapor verir: “Teftîşim netîcesinde gördüm ki: Müslümânların elinde Kur’ân var ve herkes onu öğrenip öğretiyor. Onları bu Kur’ân’dan soğutmak lâzımdır. Eğer böyle devâm ederse, bir kaç sene sonra Müslümânlar tekrâr güçlenerek eski izzet ve şevketlerini ele geçirirler ve bizim onlar üzerindeki tasallut ve hâkimiyyetimiz sona erer. Sâdece maddî güçle onları mağlûb edemeyiz.”

İngiliz Müstemlekât Nâzırının, “Bu Kur’ân Müslümânların elinde varken, biz onlara hakíkí hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız” şeklindeki sözüne ve bu sözün ardından uygulanan plânlara pek çok âyât-ı Kur’âniyye işâret etmektedir. “Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû” yani: “Ey insânlar, bâ-husús ey Müslümânlar! Alláh’ın dînine, ahkâm-ı İlâhiyyeyi beyân eden Kur’ân’a ve sünnete toplu olarak yapışın ve ehl-i kitâb denilen Yahûdîler ve Hıristiyanlar gibi veyâ zamân-ı câhiliyyetteki müşrikler gibi ihtilâfa ve tefrikaya düşmeyin” Âl-i Imrân Sûresi’nin 103. âyet-i kerîmesi de o âyetlerden birisidir.

Müstemlekât Nâzırının bu raporu sonucunda o gizli ecnebî örgütün tahrîkıyle İngilizler ve Fransızlar; “O hâlde buna bir çâre getirmeliyiz” dediler. Düşündüler, taşındılar, bir çâre getirdiler. Dediler ki: İskender-i Rûmî doğuyu feth ettikten sonra hocası Aristo’ya bir mektûb yazar ve der ki: “Her tarafı feth ettim, şimdi ne yapayım? Feth ettiğim yerlerde çok güçlü paşalar, ağalar, beyler, idâreciler, aşîret reîsleri var. Ben bu güç sáhiblerini i‘dâm mı edeyim, yoksa sürgün mü edeyim?” O zamân Aristo ona şöyle bir cevâb verir: “Onları ne i‘dâm et, ne de sürgün et. Şâyet onları öldürsen, onların muhabbeti etba‘larının kalblerine yerleşir, netîcede hepsi ileride birleşerek senin saltanatını yıkarlar. Şâyet sürgün etsen, gittikleri yerde riyâsetleri sebebiyle eskide olduğu gibi yine halkı etrâflarında toplarlar, senin aleyhinde harekete başlayıp netîcede yine saltanatına son verirler. Öyle ise, bu işin tek çâresi var. O da şudur: “Bunların her birine ufak ufak beylikler ver. O beyliklerin hudûdlarında medâr-ı ihtilâf olan noktaları bırakmak súretiyle, ileride onları biribirine düşürecek şekilde o hudûdları tesbît et. Eğer o beylik sáhibleri büyük bir ırka mensûb ise, onları da aşîretlere bölmek súretiyle daha küçük beylikler oluştur. Eğer bu plânı uygulayabilirsen, o zamân aralarında hudûd ve ırk mes’eleleri devâmlı medâr-ı münâkaşa mevzúu olur. Hem aralarında ba‘zı maddeleri de muğlâk bırak. Tâ ki, onlar o maddeler üzerinde ihtilâfa girsinler ve netîcede senin hakemliğine mecbûr kalsınlar. Böylelikle senin hâkimiyyetin devâm eder.”

O gizli ecnebî örgütün tahrîkıyle, İngiliz ve Fransızlar, Aristo’nun İskender-i Rûmî’ye verdiği bu cevâbı kendilerine düstûr edindiler ve şöyle dediler:

Gelecek şartlar dâhılinde, göstermelik bir hürriyyet vererek Müslümânlara devlet kurma hakkını verelim. Böylece müstemlekeliği kaldıralım. Zîrâ, müstemlekeliği böyle devâm ettirmemiz mümkün değildir.

BİRİNCİ ŞART: Álem-i İslâm’da bulunan dîne dayalı devletleri kaldırıp yerine kavmiyyetçiliğe dayalı devletleri kurmak. Böylece her kavmi ayrı ayrı devletler hâline getirmek, ileride ihtilâfa düşmeleri için her devletin sınırlarında medâr-ı ihtilâf olan noktaları bırakmak súretiyle sınırları belirlemek. Eğer kavim büyükse, onu da aşîretlere ayırıp böylece daha küçük devletlere bölmek.

İKİNCİ ŞART: Dîne dayalı bir devlet kurmalarına izin vermemek. Bununla berâber, halkın şahsí ibâdetine de karışmamak. Tâ ki, Müslümân halk, uyanıp mukávemet göstermesinler.

ÜÇÜNCÜ ŞART: Maárifi, kitâb ve sünnetten tecerrüd ettirmek.

DÖRDÜNCÜ ŞART: Mahkemeleri, Kur’ân ve sünnetin ahkâmından tecerrüd ettirmek.

BEŞİNCİ ŞART: Vâsıta-i muhábere olan gazete, radyo, televizyon gibi basın ve yayın organlarını Kur’ânî esâslara dayandırmamak. Ahlâk-ı İslâmiyyeyi yıkmayı hedefleyen basın-yayın özgürlüğünü hâkim kılmak.

ALTINCI ŞART: Álem-i İslâm’da bulunan medreselerden, Kur’ân, hadîs, fıkıh ve kelâmı tamâmen kaldırmak, isteyen meşgúl olsun denecek hâle getirmek.

Osmânlı devleti yıkılmadan önce sâdece 2 bağımsız İslâm ülkesi vardı. Bunlar Osmânlı ve İran idi. Geri kalan Müslümân ülkeler 18. Yüzyılın sonlarından i‘tibâren sömürgeleştirilmişti.

Bugün ise Müslümânlar altmış bir ülkeye bölünmüştür. Hâlbuki, Kur’ân’a göre, Müslümânların bir tek devleti olur. İkinci bir devlet kurmak yasaktır ve harâmdır.

Geniş bilgi için Müellif Muhammed Doğan’ın İ’cazü’l Kur’an isimli eserine müracaat edebilirsiniz.

Fiemanillah…