Akıl olan bir işte tesadüfe yer yoktur.
“Gelecek bizim” iddiasında bulunan kişinin en büyük sermayesi de akıldır.
Ancak özgüven aklı besler, özgüveni ise bilgi…
Güven bilgiyle yükselir çünkü…
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.” (Zümer, 9)
Bizim kuşak, mesela, İran’da devrim olmadan önce ve devrim sırasında sokak sokak bu ülkeyi biliyordu. Bilgi sayesinde bugün İran’da neler oluyor veya neler olabilir, bu konuda fikir sahibiyiz.
Coğrafyamızda yaşanan olayları değerlendirirken de aynı…
Bilmeden, öğrenmeden; sadece bize ekranlarda gösterilen, konserve kutularında sunulan algı soslu bilgilerle ve cahil bile olmayan akil (!) insanlar tarafından aktarılanlarla yetindiğimiz için büyük bir açmazdayız. Anlayamadığımız için ya duygusal tepkiler veriyoruz veya çoğunda hamasi sloganlarla politik yorumlarda bulunuyoruz.
Bildiğimiz bir mesele anlatılırken güven hissi içinde dinleriz. Bildiğimiz bir mesele olduğu için özgüvenimizle konuya katkı sunarız. O olay hakkında bir görüşümüz vardır ve kritik etmeyi başarabiliriz. Bilmediğimiz konuda sadece bir dinleyici olabiliyoruz, o kadar!..
Dikkat ederseniz…
Hukuk insanları -en azından bir kısmı- ana kitaplar dışında başka kaynakları okumadığı, merak edip araştırmadığı için zaman zaman çuvallıyor. Televizyon ekranında dinlediğimiz bir hukukçunun bilgisizliği bazen o konuda entelektüel ilgisi ve araştırma merakı olan birinden bile eksik kalabiliyor; sırıtıyor. Konuyla ilgili bir gazete haberini okumamış, okuduğunu dahi anlamamış olması şaşırtıcı değil midir?
Vasat böyle olduğu için bilgisizlik özgüvenle yer değiştirmiş durumda…
Böyle bir saçmalık olabilir mi?
Profesörün biri çıkıp “Fatih Sultan Mehmet Müslüman değildi” iddiasında bulunuyor. Adının önüne tarihçi unvanı koyup ekran ekran dolaşıp yalan-yanlış bilgi satan malumatfuruşlardan -İlber Ortaylı hariç- hiçbiri “saçmalama, Fatih şöyle bir Müslümandı” diye açıklama yapamıyor.
Bilgisizlikten mi?
Elbette hayır!
Bu nasıl bir entelektüel itibar aşınmasıdır!
Saçma sapan ön kabuller ve çarpıtılmış gerçekliğimiz ayağımıza dolanmaya devam ediyor ne yazık ki…
Bir insanın yüzde 10’luk yanlışı var diye…
Yüzde 90’lık doğrusunu nasıl çöpe atabiliriz?
Cehaletin zirve yaptığı dönemlerde bilgiye ihtiyaç yoktur; kabul…
Ama en azından şimdi, bugünlerde, şu anda değil…
……………………………………………………….
Kendine gel, başkası getirmeden…
Şeyhülmuharririn Ahmet Kabaklı, kendini bu millete karşı sorumlu hisseden aydın duyarlılığındaki herkesin okuması gereken kitabı “Temellerin Duruşması”nda (Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları) özetle şunları söyler:
Hür ve serbest düşünen insanları “Atatürk düşmanı” diyerek mahvederler. Türettikleri bu heyulanın “Atatürk” olduğuna bizim cebren inanmamızı isterler. İtiraz eden veya gerçeği açıklayan biri çıksa hemen aforoz ederler. Suni katedralleri, bankaları, matbaaları, gizli dernekleri, ders kitapları, sayısız soyguncu kulüpleri, fikir mafyaları, işkence çeteleri ile manevi engizisyonda parçalarlar.
Atatürk bahane edilerek yapılan zulüm ve vurgunlar, trilyonla yutulup harcanan millet paraları canımıza yetmiştir.
Şu halde milletimiz için doğru ve gerekli olan vazife: Uydurma tarih ve inanılmaz efsanelerden kurtulup Atatürk’ün gerçeğini bulmaktır.
Çünkü gerçek insan ve seçkin Atatürk yerine, uydurma ve hurafeleri kimse kabul edemez; etmemelidir. Bunun için halkı zorlamak, insan şeref ve haysiyetine tecavüzdür.
Öyle değil midir?
İlim ve demokrasi iddiasında isek…
Yalan ve menfaat karanlığından kurtulduk diyor isek…
Devlet ve millet -şükür- kaynaştı diyor isek…
Biraz daha gayret…
Yoksa, “Allah saklasın, Türkiye olmasa, şu devlet, şu bayrak, şu dil, şu musıki, şu milli varlık olmasa, senin üzerine fareler güler. Alırlar Ağrı’nı, Marmara’nı, Erciyes’ini, Ege’ni, Çukurova’nı, seni de, sülaleni de, mezhebini de, ırkını da, dinini de, sınıfını da köle ederler… Topla aklını başına, kendine gel, başkaları getirmeden.”
……………………………………………..
Kitap ihtiyaç değildir!
‘İkra’ medeniyetinin çocuklarıyız.
Öyle mi!
ABD’de her yüz kişiden 12, Japonya’da 14, İngiltere ve Fransa’da 21 kişiye kitap düşüyor. Türkiye’de ise 10 bin kişiye bir kitap düşüyorsa, ‘ikra’ medeniyetinin çocukları olmakla nasıl gurur duyacağız?
Her gün 6 saatini ekran (bilgisayar, cep telefonu vs.) karşısında geçiren bir vatandaşımız yılda sadece 6 saatini okumaya ayırıyor (günde sadece 16 saniye!) ise…
Türkiye kitap okuma sıralamasında Malezya, Ermenistan ve Libya’nın da olduğu 173 ülkelik listede 86. sırada ise…
Türkiye’de kitap ihtiyaç listesinin 235. sırasında yer alıyor ise…
Gençlerin yüzde 70’i kitap hiç kitap okumuyor ise…
Neyi nasıl konuşacağız?
Hangi bilgiden ve akıldan söz edeceğiz?