Adamın biri yağmurlu bir günde bir saçak altına sinmiş, yağmurun dinmesini bekliyor…

Biraz sonra önünden, elinde şemsiyesiyle tanıdık biri geçiyor.

Selamlaşıyorlar…

Şemsiyesi olan, “hayırdır ne bekliyorsun?” diye soruyor.

Bizimki; “yağmurun dinmesini” deyince, şemsiyeli arkadaşı; “Yahu ne bekliyorsun, yanıma gel birlikte gidelim. Hem bak, şemsiye ikimize yetecek kadar büyük…”

Memnuniyetle kabul ediyor adam ve yan yana eve doğru yollanıyorlar.

Evine vardıktan sonra bizimki, teşekkür ediyor şemsiyesi olan arkadaşına, vedalaşıp ayrılıyorlar.

Aradan bir süre geçiyor, pazarda karşılaşıyorlar.

Hal hatır sorduktan sonra şemsiyesi olan, o yağmurlu günü hatırlatıyor ve ekliyor. “O şemsiye olmasaydı ne ıslanırdın ama değil mi?”

Bizimki, biraz da sıkılarak; “Evet, gerçekten fena ıslanırdım” diye mukabelede bulunmuş ve bir kez daha teşekkür etmiş.

O günden sonra ne zaman karşılaşsalar, şemsiyesi olan yağmurlu günü hatırlatıp; “O şemsiye olmasaydı ne ıslanırdın ama değil mi?” deyip durmuş.

Yine bir gün bir parkta karşılaşmışlar.

Şemsiyesi olan, malum sözle o yağmurlu günü hatırlatınca bizimki sağa sola bakmış ve 10 metre ötede parkın havuzunu görünce koşarak havuza atlamış ve iyice ıslandıktan sonra havuzdan çıkarak kendisini şaşkınlıkla izleyen arkadaşına; “Herhalde bundan daha fazla ıslanmazdım!” diyerek oradan uzaklaşmış.

Niye mi anlattım bu fıkrayı?

Söyleyeyim.

Geçen gün Twitter’da CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu’na ait bir tweetin dolaştığına tesadüf ettim. Daha doğrusu birkaç tweet…

Hadise özetle şöyle.

Çocuk yaşta içeriye alınıp hayatı karartılan ve seçimden hemen önce Paralel İhanet Çetesi tarafından bir punduna getirilerek tekrar gözaltına alınan Yakup Köse, hapisten çıktıktan sonra Star gazetesiyle anlaşmış.

Bunu duyan Bekaroğlu, bu medya gurubunda yazmayı ayıp sayıyor olacak ki; “Yakup bu günaha ortak olacak mı?” gibi tuhaf ötesi bir soru sormuş.

Bunun üzerine Yakup da; “Bekaroğlu, 80 yıldır bu ülke evlatlarına, Anadolu insanlarına kin kusan bir zihniyetin partisinde yer alarak günaha ortak olmuyor mu, bu günahı kaldırabilecek mi?” diye mukabelede bulunmuş.

Vay, sen misin bunu söyleyen!

Bu yumruk gibi söze çok içerlendiği açıkça belli olan Bekaroğlu, Twitter’da yazdığı şu ifadeyle açıkçası kendine çok yakışan bir misillemede bulunmuş…

“Askerlik için sana para toplamaya çalıştığımız zamanı hatırladım” mealinde duyanı ve okuyanı acı acı tebessüm ettirecek zavallı bir misillemeden söz ediyoruz…

Meselenin aslı şuymuş meğer.

Vakt-i zamanında Bekaroğlu, bedelli askerlik için Yakup Köse’ye yardım teklifinde bulunmuş.

Birinci taksit için bir miktar para toplanmış ve sonrasında da iş akamete uğramış.

Yani anlayacağınız sonu fiyaskoyla biten bir yardım teşebbüsü söz konusu.

Bu fiyaskoya rağmen Bekaroğlu, Yakup’a, yaptığı, teşebbüs düzeyinde kalan yardımı hatırlatarak, minnet altına sokmaya çalışmaktan imtina etmemiş görüldüğü üzere.

Yakup, gereken cevabı verdi elbette ama ortada gerçekten çok hazin bir durum var.

Biz, “Sağ elinin verdiğini sol elin görmesin” mübarek beyanının beslediği bir gelenekten geliyoruz. Yapılan bir iyiliği başa kakmak bir yana, onu ihsas ettirecek bir yaklaşım bile ayıptan çok öte bir anlam taşır bizim kavram dünyamızda.

Ama Bekaroğlu, “bir şey olmak” için çok çırpınıp nihayet kapağı CHP’ye atınca, bu değerleri de kapı önünde bıraktı anlaşılan.

Hoş, Bekaroğlu CHP’ye gitmeden önce de böyleydi…

Bundan yıllar önce, benim de tanıklığımda bir hadise cereyan etmişti.

Suriye’deydik.

Hakan Albayrak ile Mehmet Bekaroğlu, Esed’le ilgili hususi bir görüşme yaptılar.

Yıllar sonra Bekaroğlu, bu hususi konuşmayı, bir röportajında, hiç sıkılmadan aktarıyordu muhatabına.

Sırf, o gün, hasım olduğu eski dostunu zor durumda bırakmak için.

Sırf, sarıldığı çürük davaya basit de olsa bir argüman üretebilmek için…

Konuşulanların ne olduğunun hiçbir önemi yok.

Önemli olan, bir kimsenin, şahsiyetine güvenilerek kendisine emanet edilen bir sözü, ilk fırsatta ve gözünü kırpmadan haraç mezat pazarlamaya kalkışmasıdır.

Bizim lügatimizde buna dedikodu deniyor.

Ucuz bir dedikodu…

İşte Bekaroğlu böyle bir adamdır.

Dün, herhangi bir vesile ile ‘dost’ (!) olduğu birinin sırrını, hasım olduktan sonra vakit geçirmeden dedikodu mafyasına servis etmişti.

Numan Bey’e de yapmıştı aynısını, Ahmet Kekeç’e de…

Ve daha başkalarına da…

Bugün, Yakup Köse’yi minnet altında bırakma gayretine düştü.

Yarın, benzeri bir durumla karşılaşırsak eğer, tabii ki, hiç şaşırmayacağız.

Açık söylemek gerekirse bu hastalıklı bir durumdur.

Tanıdık bir psikiyatrist var ama söylemem.

Bana ne, kendisi bulsun.

Yakup Köse hadisesinden sonra bu acınılası durum Twitter’da epey döndü.

Biri, bu duruma örnek olarak, mahallelerindeki bir kadının insanlara zorla yemek ikram ettikten sonra takip eden günlerde “sana yemek yedirmiştim, unutma” dediğini anlatıyor, başka biri de ona; “Sakın o kadın, Bekaroğlu’nun sütannesi olmasın?” gibi muzipçe bir cevapla mukabelede bulunuyordu.

Bundan ötürü Bekaroğlu’ndan; “Yahu gerçekten ayıp etmişim, herkesten özür dilerim” gibi takdire şayan bir tavır bekliyor musunuz sahi?

Bence imkânı yok.

Gurur atına binmiş bir kere, asla inmez!

Allah, kimseyi ona muhtaç etmesin ve yanlışlıkla da olsa onunla bir mahremiyeti paylaşmaktan korusun.

Zamanı gelince cümle aleme faş eder zira…

Bu anlattıklarım, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere tüm CHP’lilere bayram hediyem olsun.

Dikkat etsinler kendilerine…

Yarının ne getireceğini kimse bilemez.