Ülkemiz, gerçekten dünyada eşi benzeri pek bulunmayan bir ülke…

“Allah, tüm güzellikleri de güzelleri de, iyilikleri de iyileri de bu ülkeye nasip etmiş.” diyerek şükretmek için çok vesile bulduğunuz da oluyor; “Allah, tüm çirkinlikleri de çirkinleri de, kötülükleri de kötüleri de bu ülkeye vermiş.” diyerek isyan etmek için çok sebep bulduğunuz da oluyor.

Sonra dönüp kendimize diyoruz ki: “Burası imtihan dünyası, nimetlere şükredeceksin; külfetlere sabredeceksin ki imtihan olduğu ve imtihanda olduğumuz belli olsun.”

Bir bakıyorsun Mısır’da darbe olmuş, ilk tepkiyi bizim insanımız vermiş, sokaklarda eylemler, nümayişler düzenlenmiş, darbe ve darbeciler lanetlenmiş.

Suriye’de atadan diktatör, kan emici vampir; kendi insanını katlediyor, ölüm kusuyor halkının üzerine… Yardıma ilk koşan bu güzel ülkemin güzel insanları oluyor. Tırlar dolusu yardımlar gönderiliyor, milyonlarca Suriyeli kardeşimize kapılar ve gönüller açılıyor.

Afrika’da açlıktan iskelete dönen, ölen çocukları görüp gözyaşı döküyor yediden yetmişe milyonlarca vatandaşımız. Dünyanın bir ucuna milyonlarca dolar yardım gönderiyor, su kuyuları açıyor. Körlerin gören gözü, hastaların doktoru, yol yordam bilmeyenlerin rehberi oluyor yüreği güzel insanlarımız.

15 Temmuz Darbe Girişimi gibi ihanetin dibini bulan bir girişime maruz kalıyor güzel ülkemiz. Bir bakıyorsun ki gütmesi için önüne iki koyun emanet edemeyeceğin gençler, sokakta görünce korkacağın garip tipler, içmekten başka bir şey bilmediğini düşündüğün ayyaşlar, korkak olarak nitelenen insanlar; vatanını, milletini, devletini korumak için öyle bir imanla ayağa kalkıp cesaretle, yiğitlikle tanka, tüfeğe, silaha, bombaya karşı koymuş ki!.. Bunu ancak bu toprakların yetiştirdiği, atasını, dedesini, mazisini unutmamış imanlı insanlar yapabilirdi zaten deyip ülkenle, milletinle gurur duyuyorsun. Şükrediyorsun bu ülkenin insanı, bu milletin bir ferdi olduğun için…

Sonra öyle olaylarla karşılaşıyorsun ki… “Bu insanlar benim ülkemde mi yaşıyor, ben bunlarla aynı millete mi mensubum, bunlar insan mı?” gibi soruları arka arkaya sormak zorunda kalabiliyorsun.

Bir bakıyorsunuz insanlığınızdan utandıran bir haber: Bir eve giren hırsızlar, evdeki eşyalarla birlikte özürlü gencin tekerlekli sandalyesini de çaldı. “Lanet olsun, hiç mi insafınız yok, bu kadar mı çıktınız insanlıktan?” diyorsunuz.

Ertesi gün “Ülkemizde Suriyeli istemiyoruz.” diye çığlıklar atan akıl, insaf, vicdan yoksunu insanımsılarla karşılaşıyorsunuz. Zor durumdaki Suriyelileri ucuz iş gücü görüp sömürenleri, affedersiniz hayvanı bağlasan durmayacak dört duvar arasını uçuk fiyatlara Suriyeli kardeşlerimize kiralayanları görüp insanlığınızdan utanıyorsunuz. Düşünüyorsunuz, bu Suriyeli kardeşlerimiz, buraya keyfinden gelmedi. Evleri, sokakları, şehirleri bombalandı; annelerini, babalarını, kardeşlerini kaybettiler. Aynı durumda biz olsak ne yapardık? Aklınız duruyor, vicdanınız kuruyor susuyorsunuz!..

Bu ülkede kıyafetinden dolayı okulundan, işinden atılıp bir sürü hakaretlere, iftiralara maruz kalmış tesettürlü hanım kardeşlerimizi ve onlara bu zulmü yapanları ve destekleyenleri görüp kahroluyorsunuz. Daha sonra bu zulmü yapanların “kıyafetime karışma” diye kıyafetsiz şekilde yürümelerine, samimiyetsizliklerine şahit olup tiksiniyorsunuz bu tiplerden!..

Kilisede papazın kıydığı nikâhı kutsayıp müftünün kıyacağı nikâhtan kıllanan çağdaş, laikleri görüp “İnşallah layığınızı bulursunuz” diyorsunuz.

Kürtaj gibi bir cinayeti normal görüp sokaklarda, “Sevişirim evlenmem, hamile kalırım doğurmam, benim bedenim beni kararım.” vb. diye gezen ahlak fukaralarını, canileri görüp “Allah’ım ne kadar da sabırlısın!” diye sitem ettiğiniz oluyor.

Daha neler neler görüyorsunuz. “Allah’ım bir ülkeye bu kadar çirkinlik ve çirkin, kötülük ve kötü fazla değil mi?” diyorsunuz.

Sonra en sadık dostuna, köpeğine, sarılıp huzurla uyuyan evsiz bir genci görüyorsunuz caddede yürürken ve tüm olumsuzlukları unutuyorsunuz. O genç, ülkemizin, milletimizin tüm çirkinliklerini güzelliğe, tüm kötülüklerini iyiliğe çeviriyor bir anda!.. Yunus Emre’den şu mısraları terennüm ederek yola revan oluyorsunuz:

Hoştur bana senden gelen/Ya hilat-ü yahut kefen,

Ya taze gül yahut diken/Kahrında hoş lutfun da hoş.