Yaklaşık iki asırdan beri Filistin, Doğu Akdeniz sahili ve iç kesimlerini kapsayan Suriye bölgesiyle, İskenderun ve çevresi, uluslararası hâkimiyet mücadelelerinin yoğunlaştığı sahaların içinde yer alıyor. Bu bölgede yaşanan devletlerarası rekabet irdelendiğinde, Rus tehdidi, Türk düşmanlığı ve Avrupalı devletlerin çıkarlarını meşrulaştıran retorik üzerine kurulu bir söylemin varlığı hemen görülür.
Batı dışı güçlerin Ortadoğu ve Akdeniz’de etki sahibi olmasına izin vermenin büyük bir siyasi risk olacağını hesaplayan İngiliz ve Fransız devlet adamları, bu tehlikeyi bertaraf etmek için, tarihi Babil sınırını Akdeniz’e yani İskenderun körfezine kadar uzatmayı da içeren planlamalar yaptılar. Böylece, hem Rusya’nın önünde ciddi bir set oluşturulacak hem de Türkiye’nin buralara yeniden tesir etmesi önlenecekti.
Doğu Akdeniz’deki eşsiz jeopolitik konumdan dolayı, Kıbrıs da bu stratejik planlamaların doğal bir parçasıydı. Dönemin askeri istihbarat uzmanları ile stratejistlerine göre, İskenderun ve çevresi ile Suriye kıyılarının emniyeti için Kıbrıs anahtar bir role sahipti. Nihayetinde bu ilişkiyi konu edinen önemli bir rapora; “Her kim Kıbrıs’ı elinde tutarsa, İskenderun’u da tutar, kısacası Kıbrıs İskenderun’u verir” görüşünü not ettiler.
Bahsedilen rapora yansıyan bu ifade, Ortadoğu’nun tarihini şekillendiren birçok antlaşmaya da yön verdi. Örneğin 1916 tarihli meşhur Sykes-Picot Antlaşması’nda yer alan, “Majesteleri‘nin hükümeti, önceden Fransız hükümetinin rızasını almaksızın, Kıbrıs’ın herhangi bir üçüncü güce bırakılması hususunda görüşmelere gitmeyeceğini taahhüt eder” şartı, adanın jeopolitik önemine ayrı bir derinlik kazandırarak, onu bütünün bir parçası haline getirdi.
Benzer bakış açısı, 23 Aralık 1920 tarihinde İngiltere ile Fransa arasında yapılan önemli bir antlaşmaya da sirayet etti. Antlaşmanın ilgili maddesinde, “İskenderun körfezinin açığındaki Kıbrıs adasının coğrafî ve stratejik önemi dolayısıyla, İngiliz hükümeti, daha önce Fransız hükümetinin onayını almaksızın Kıbrıs adasının bırakılması veya yabancı bir ülkeye verilmesi için görüşmeler başlatamaz” koşulu bulunuyordu. Bu madde, İskenderun körfezi ve Suriye kıyıları ile Kıbrıs arasındaki stratejik bağın sabitliğini bir kez daha en üst düzeyde teyit ediyordu.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kıbrıs’ın İskenderun körfezi ve Suriye kıyıları ile politik eşgüdümü devam etmektedir. Dahası, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Batı Asya’da etki sahibi olması ve milli sınırlarına yönelik tehditleri yok edebilmesi, bu stratejik üçgenin güvenliğini başarılı bir şekilde sağlamasına bağlıdır.
Süre giden olaylar dizisi, İngiltere Başbakanı Benjamin Disraeli’nin (1874–80), “Kıbrıs Batı Asya’nın anahtarıdır” tespitini akıllara getiriyor. O halde tarihi referanslar ile güncel gelişmeleri ele alıp birlikte analiz etmek gerekiyor. Demek ki hiçbir sorun, tek başına ele alınabilecek düzeyde münferit bir mesele değil.
Bu durumda İngiltere’nin bir diğer Başbakanı Lloyd George’a da (1916–22) hak vermek icap ediyor. Lloyd George, Yunanistan’ın Megalo İdea fikirlerini açıkça desteklemesine karşın, sıra Kıbrıs’a geldiğinde, “Ortadoğu’daki durumun belirsizliği yüzünden Kıbrıs’la ilgili bir karara varmanın mümkün olamayacağını” söylemekten geri durmadı. Tüm bunlardan hareketle yüzyıl önceki jeopolitik mantığın bugün de aynen korunduğu söylenebilir.