Bugün birçokları için meslek grubu içinde bile yer almaz fotoğrafçılık.

Olsa olsa bir hobidir.

Oysa tesadüflere duyarlı, sezgileri güçlü olanlar için fotoğraf makinesi gibi bir ‘kayıt aygıtı’ şiirsel bir deneyimdi.

Karikatürist Abidin Dino’nun 12 milyar liralık holding patronu Şakir Eczacıbaşı’na dediği gibi; “İş adamlığı hobi, asıl uğraşı fotoğraf çekmek.”

* * *

Küçük amcam, gazetecilik mesleğinin tarihî merkezi Bab-ı Ali’de, yani Cağaloğlu’nda eski bir fotoğraf makinesi uzattığında bana; “Şuradan bakar, buraya basarsın, bu kadar kolay” demişti. 90’ların başındaki mütevazı günlerde, Nikon’un ‘F-601’ model fotoğraf makinesi benim için fazla profesyoneldi ve “Şuradan bakar, buraya basarsın” kadar basit sayılmazdı. Hayatın akışını ansızın durduran ve ‘o an’ diliminden geriye sonsuzluk bırakan fotoğraf kareleri, ciddiyet isteyen bir mesuliyet, kuşakları birbirine bağlayan eşsiz, derin bir deneyimdi aslında.

* * *

Şimdi anlıyorum ki; geride iz bırakan fotoğraflar her ne kadar belirli bir an neşe ile çekilseler dahi, zaman içinde albümlerde mutlaka ‘burukluk’ yükleniyor. Yani fotoğraf demek, aslında özlem demek… Cem Karaca haklıydı, “Cevap veremese de gözyaşları görülebiliyor.”

* * *

İlk olarak Milattan Önce 5. yüzyılda Çin’de ‘Mo-Ti’ tarafından denendiği söylenen fotoğraf veya fotoğrafçılık aslında bir devrim niteliği taşıyordu. Öyle ki insanları, yaşadığı dünyayı biriktiren bir koleksiyoner yapmıştı. Zaman ve mekân olarak dört boyutu, ‘iki boyutlu’ düzleme indiren fotoğraflar, daha sonra onu eline alanların yaşamadıkları dönemi düşünmesine, tasvir etmesine yardım ediyor. ‘Işık ile yazı yazmak’ denilebilecek fotoğraf, aslında bakmak ile görmek arasındaki farkın en belirgin yansıması… Zamandan koparılan ve bir daha hiç görülmeyecek o an tarihe sabitleniyor fotoğraf karesi olarak.

* * *

Küba’da doğmuş Japon asıllı dünyaca ünlü fotoğrafçı Guillermo Fernando López Junqué’nin hikâyesi meşhurdur. ‘Chinolope’ diye ünlenmiş fotoğraf sanatçısı, Havana’da gazete satıp ayakkabı boyarken; yoksulluktan bunalmış ve daha iyi bir hayat için New York’a gitmişti. Duyduğu silah sesleri sonrası bir berber dükkânına girdi, makinesini doğrulttu, kadrajını yapıp vizörden gördüğünü sabitlemek için deklanşöre bastı. Meslek hayatının bu ilk fotoğraf karesi ile şöhreti yakaladı. Kendisine ‘ilk deneyimi’ için küçük bir servet kazandıran bu karede, berber dükkânındaki bir gangster öldürülmüştü. Ancak asıl önemli olan Chinolope’nin ölümün fotoğrafını yakalamış olmasıydı. Ölüm oracıktaydı ama ne ölen adamda ne de katildeydi; ölüm, olaya bakan berberin yüzündeydi.

* * *

Neticede, fotoğraf çekmeyi ‘hobi’ olarak kabul edenler yanılıyordu. Çatalçeşme Sokak’taki gazetenin iddialı spor servisinin eski Beşiktaş muhabiri amcam ise haklıydı; “Şuradan bakmak, buraya basmak” yetiyordu. Ancak onun da söylemediği bir şey vardı. Bakmak ile görmek arasındaki fark… Gören gözler ile düşünen beyin arasındaki ilişki sonucunda ortaya çıkan anlık fotoğraflar, tarihi bir vesika olarak Mo-Ti’nin bahşettiği bir milat olarak Chinolope’nin hayatını değiştirmişti.

* * *

Vizörü üstte olan, bir perde içine fotoğrafçının başını sokarak kullandığı Hasselblad veya Sinar fotoğraf makinelerinden… Ve zamanında o makinelerin karşısında büyük bir ciddiyetle ve adeta ‘Hazır ol’ disiplini içinde verilen eski pozlardan… Bugün Ellen Degeneres’in bir Oscar ödül töreninde Bradley Cooper, Meryl Streep, Jennifer Lawrence, Channing Tatum, Julia Roberts, Kevin Spacey, Brad Pitt, Lupita Nyong’o, Jared Leto, Angelina Jolie gibi Hollywood yıldızlarını bir araya getirdiği pozla ünlenen ‘selfie’ kareleri arasında uçurum var tabii.

Artık herkesin elindeki ‘akıllı telefon’ ile kendisini fotoğrafçı zannettiği bugünlerden, “karanlık odada” büyük bir emek sonunda fotoğraf negatiflerinin tab edildiği günlere müstehzi bir dudak bükülebilir belki…