Ne zaman bir yerde ‘Şafak Türküsü’ çalsa, ben seni özlerim babaanne… 

Ahmet Kaya ile aynı pencereden bakmıyoruz hayata; ama ‘anneler’ her evladın kalbinde aynı babaanne, çatma kaşlarını…

“Kızını evlendiren babanın, nişan günü kurdele değil; kalbine bağlı hayat damarlarını kesmesi” gibi, sen de ömrümün yarısını götürdün seninle…

Sitem etmiyor, şikâyette bulunmuyorum; özlüyorum babaanne…

*

“Annelik” denince, sarp kayaları döven azgın dalgaların durulması, tufanların sakince etkisini yitirmesi, fırtınaların haddini bilerek usulca çekilmesi, dağların devrilmesi, dünyanın bütün annelerinin önünde eğilmesi gerekiyor.

Başımızdaki gençlik dumanını, karıncalanmış ellerinle sukuta erdirirdin mübarek sözcüklerle…

Kaç çocuk yetiştirdin… Kaç kişiye rehber oldun… Kaç hayatın yönünü doğrulttun babaanne…

Biliyorum ki; şefkatin, merhamet duyguların yine ömrümün üzerinde… Yoksa her sendeleyişte, kim omzumdan tutar, kim kaldırırdı babaanne…

*

Bizim “gecelerimiz güneşliydi” senin evinde… Ağaç köklerinden bir müzik çalardı kulaklarımıza fısıltı gibi…

Üzerimize yorgan değil, dualarını örterdik. Sen içerideydin, bilirdik; mırıl mırıl duaların gelirdi kulaklarımıza… Kulaklarımız da garip kaldı babaanne…

*

Hayatta kendimizi güvende hissettiren ‘varlığınmış’ meğer… Sokağa çıkınca kendimizi tedirgin hisseder olduk ne vakittir babaanne, en derin; akrep ve yelkovanın en yorgun zamanlarında… Gece sokağa çıkmak yürek ister artık, cüret ister.

Korkak olan biz, gözü pek olan senmişsin babaanne… Biz kuşak kuşak torunların seni ‘büyük’ bildik; büyüyünce senin kadar ‘büyük olmak’ hülyası kurduk kendi içimizde, kendi kendimize babaanne…

*

Baba ölür çocuk yetim kalır, anne ölür, çocuk öksüz olur.

Babaannelerin ölümü için neden bir sıfat bulunmamış ki…

Sen öldün, ben hem öksüz hem yetim kaldım babaanne…

…ve yeniden sesini duyunca, kayda alınmış eski bir bantta; bastırılmış hasretlerim, boşluğa düşüp dağıldı yere çarparak… Huzur içinde uyu…