Öncelikle tüm İslam âleminin ve Müslümanların kurban bayramını en içten, en samimi dileklerimle kutlarım. Umarım, sevdiklerinizle daha nice bayramlara kavuşursunuz.
“Aydın” kavramı Türk Dil Kurumu sözlüğünde, “kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli, münevver, entelektüel kişi” diye geçer. Sıraladığımız bu nitelikler bir aydını toplumun diğer kesimlerinden kalın çizgilerle ayıran özelliklerdir. Burada, “Aydın” konusunda üzerinde duracağım nokta, entelektüellerin, “ileri düşünceli” olmaları gerektiğiyle ilgilidir.
Gerek Osmanlı, gerekse Türkiye Cumhuriyeti defalarca darbe yaşadı, nerdeyse bir o kadar da darbe atlattı. O kadar benimsedik ki darbeleri, darbecilik adeta genetiğimize işledi. Daha, darbenin üzerinden on yıl bile geçmeden kendi kendimize,” hayırdır, bu yıl darbe neden olmadı” diye, birbirimize sorar olduk.
Şunu unutmayın ki, darbelerin halk nazarında itibar görmesi için toplum tarafından fikrine, ileri görüşlülüğüne önem verilen kişilerce(aydın, münevver,entelektüel) olumlu gösterilmesi, desteklenmesi gerekir. Yoksa halk huzursuzlaşır ve ilk fırsatta darbecilerin tahtını yerle yeksan eder. 15 Temmuz Darbe girişimini hatırlayın; ikna olmayan halk, darbecileri nasıl yerin dibine soktu. Bunun için, yani halk katmanlarını ikna etmek için darbeciler menfaatlerine düşkün, aydın kisvesi altında iş çeviren, satılık kalemşörler bulurlar kendilerine. Ya da, hassasiyetleri yüksek, kandırılmaya müsait tipleri keşfedip, piyasaya sürerler. Bu, darbe planlayıcıları tarafından en önce hesaplanmak zorunda kalınan, en can alıcı noktalardan biridir.
1908’deki İttihat ve Terakki darbesini ele alalım mesela. Beni en çok üzen bu darbeye destek veren Mehmet Akif Ersoy, Elmalılı Hamdı Yazır ve Bedizüzaman Said Nursi gibi dindar kimliği ile öne çıkmış isimlerdir. Bu isimler, Batı güdümündeki matbuat tarafından oluşturulan suni baskı ortamının yıkılacağı düşüncesiyle gayet safiyane, iyi duygularla darbeye destek vermiş, ancak aradan geçen seneler içinde ne büyük hata yaptıklarını anlamış isimlerdi. Özgürlük ve insan hakları gibi konularda hassasiyetleri doruk noktada olan bu aydınlar, tuzağa düşürüldüklerini anladıklarında iş işten çoktan geçmişti bile. Aydın tanımında yer alan, “işleri görüşlülük” özelliğini, ne yazık ki bu isimlerde göremedik.
Necip Fazıl’ın da, 12 Eylül Darbesini desteklediğine dair belgeler var elimizde. 1908 Darbesinde oluşturulan suni baskı ortamından etkilenen Üstad da, kardeşin kardeşi vurduğu o kaos ortamından kurtulunacağı düşüncesiyle darbeyi desteklemiş, aradan geçen onca süreden sonra, darbenin öncelikle ülke aydınlarını yediğini görüp, pişman olmuştu.
Bu yazımı kaleme aldığım saatlerde Altan kardeşlerin(Mehmet ve Ahmet) darbe şakşakcılığı yapmaktan gözaltına alındığı haberini aldım. Bir aydın için oldukça acı ve ağır bir suçlama bu. Mehmet Altan, Star gazetesinde köşe yazarlığı yaparken bir numaralı hükümet destekçisiydi. Ne zaman ki gazete onunla yollarını ayırdı, anında hükümet düşmanı oldu. Belki de, iyi para kazanırken gizlediği gerçek niyetini ortaya koydu, kimbilir.
Ahmet Altan’ın ise romanlarında bolca özgürlükten, insan haklarından dem vurmasına rağmen, FETÖ’nün etkisine kapılıp, son zamanlarda darbe şakşakçısı olması, oldukça ilginçti. Halbuki, Ergenekon soruşturmaları esnasında takındığı demokrat tavrı, hala akıllarda. Nasıul bu hale geldi, nasıl bu kadar efsunlaşarak FETÖ’cü oldu, ilginç.
Ya İslami camianın önde gelen fikir adamlarından ve benim de pek çok kitabını okuyup etkilendiğim, 15 Temmuz’a kadar inatla FETÖ’yü savunan Ali Bulaç’a ne demeli? Mümtaz’er Türköne, Ahmet Turan Alkan ve diğerleri… Onlara ne demeli?!
Mümtaz’er Türköne’nin, Ergenekon Darbe Girişiminde bulunanlara atfen söylediği, “darbeciler kazığa oturtulmalı” sözü, hala kulaklarımdadır mesela. Acaba hala aynı şekilde mi düşünüyor, merak ediyorum.
Zannımca bir aydına en büyük hakaret, en büyük suçlama, en büyük ceza, darbe şakşakçılığı yakıştırması olsa gerek. Düşünsenize, yıllarca toplum nazarında bu anlamda biriktirdiğiniz itibarınız, kişiliğiniz, sempatiniz, bir anda ayaklar altında… O güne kadar savunduğunuz ilkelerinizin, doğrularınızın tersine davranmakla suçlanıyorsunuz? Ne kadar acı, ne kadar vahim, ne kadar kötü bir durum, değil mi?
Demek ki bir insana aydın demek için yazdıklarına değil, yaptıklarına bakmak gerek. “Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz” atasözü de, tam bu iş için biçilmiş kaftan. Hani derler ya, “kişi, sınanmadığı imtihanın masumu değildir” diye, doğrusu, darbecilik konusundaki tavırları, aynen böyle bir hal.
Aydınlar için tabir edilen, “ileri düşünceli” tanımlamasına ne yazık ki yukarıda ismini saydığım ve adını zikretmediğim daha pek çok aydına uymuyor. FETÖ’den suçlanan aydınların savcılıktaki hemen hepsinin ortak ifadesi, “bilmiyorduk” oldu. Oysa, sıradan bir vatandaşın bile rahatlıkla gördüğü FETÖ terörünün oluşturduğu vahim tabloyu, bir aydın çok daha net şekilde görebilmeli, tavrını net şekilde ortaya koyabilmeliydi. Yalan söyledikleri, menfaatleri icabı FETÖ’yü destekledikleri o kadar aşikâr ki, “bilmiyorduk” açıklamalarına, sokaktaki insan bile bilmem neresiyle gülüyor. Rezil oldular… Kepaze oldular… Ne bu halk, ne tarih, ne de kendi insanlarına ihanet ettiği için Allah affedecek onları