Geçen hafta bizim esnaf odalarında Arapça tabela isyanı nüksetti.
Samsun’da faaliyet gösteren esnaf odaları ortak bir açıklama yaparak, Suriye, Irak, Afganistan gibi ülkelerden gelen sığınmacıların açtıkları iş yerlerine Arapça tabela asmalarına tepki gösterdi.
Samsun Berberler Odası, Lokantacılar Odası ve Fırıncılar Odası başkanları, Samsun’un cadde ve sokaklarında, Irak, Suriye ve Afganistanlı sığınmacıların açtıkları dükkânların ne iş yaptığını belirtmek ve tanıtmak için asmış oldukları Arapça tabelaları hedef aldılar.
Hatta daha da ileri gittiler ve sloganı patlattılar; “Samsun Arabistan değil!”
Her şeyden önce ‘Burası Arabistan değil!’ diyerek İslam harflerine itiraz etmek vahim bir cehaletin numunesidir.
Çünkü Arap alfabesi diyerek İslam harflerine karşı çıkmanın ve Latin harfli olduğu için Türkçe kabul ederek yabancı isimlere göz yummanın başka açıklaması yok.
Diyorlar ki ”Burası Suudi Arabistan değil. Yazılacaksa Türkçe yazılması lazım. Türkiye’de yabancı isim yazılmasına karşıyız. Bazı sokaklar var ki, sanki Samsun’da değil başka bir yerde yürüyorsunuz. Türkiye’yi yabancı ülke haline getirdik. Dükkânları gezdiğimizde hiçbir şey anlamıyoruz, sadece Arapça yazıyor. Bu durumdan ciddi anlamda rahatsızız.”
Hatırlatırım; vakti zamanında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, inançlarından ötürü başlarını örtmek, başörtülü olarak okullarına gitmek isteyenleri ‘Arabistan’a gitsinler’ diyerek tehdit ediyordu.
Bu oda başkanlarına şunu da hatırlatmak lazımdır ki, Türkçe’de Q, W, X gibi harfler olmamasına rağmen, sokaklar ve caddeler böyle tabelalarla ve bu harflerle dolu.
Mültecilerin, yani muhacirlerin geçimlerini sağlayabilmek için açtıkları dükkâncıklarına astıkları tabelalar, kendileri gibi Arapça bilen ve anlayanlara hitap edebilmek maksatlıdır.
Onların ekmek paraları için gösterdikleri bu emek ve gayretlerini takdir ve teşvik etmek gerekirken “Sokaklarda dolaşırken görüyoruz, her taraf Arapça tabela. Birçok vatandaşımız anlamıyor. Anlamadığı gibi, üretimin ne şekilde olduğu da bilinmiyor. Olmaması gereken bir tablo, bu kadar da başıboş olunmaması gerekiyor. Eğer sığınmacılar bu şekilde esnaflık yapacaklarsa bunun bir şablonu olması gerekiyor” diyerek engel olmaya çalışmak insafsızlıktır.
Biz ne ara, ceddimizin kullandığı dili bu kadar yadırgar hale geldik.
Biz ne zamandan beri dilenmek yerine esnaflık yapmaya çalışan savaş mağduru insanları hoş görmeyecek kadar anlayışsız olduk.
Ve biz neden en güzel hasletlerimizden biri olan diğerkâmlığı elimizin tersiyle itiverdik.
Fakat bunu Cumhuriyet tarihi boyunca devam edegelen köksüz eğitim sisteminin bir başarısı olarak kabul etmemiz gerekiyor.
Osmanlıcadan, İslam harflerinden, geleneklerinden ve kültüründen kopartılan bir neslin dayanılmaz ıstırabıdır bu Arapça tabela isyanı.
Bu üç esnaf odası başkanının hiç biri de meseleye olumlu, ılımlı ve anlayışlı bakmıyor. Birisi de çıkıp demiyor, “olabilir, altına veya üstüne Türkçesini de yazarsak daha güzel olur”
Bu üç esnaf oda başkanının itirazı gibi, yurt dışındaki Türklerin açtıkları işletmelerin, lokantalarının isimlerinin Türkçe yazılmasına da itiraz edilip, karşı çıkılsa ne olur?
‘İnsan hakları’ ve ‘demokrasi’ diye feryat ederiz!