Kur’an-ı Kerim’de, insanın yaratılmasından sonra meleklerin Âdem’e secde etmesi ve İblis’in ilâhi emre karşı çıkıp yoldan çıkması birkaç yerde vurgulanır. Araf Suresi’nin 11. ayetinden itibaren anlatılan olayda İblis, varolan her şeyin yaratıcısı olduğunu bildiği Allah’ın emrine itaat etmeyip isyan etmiştir. Gücü sınırsız olan ve istediği zaman istediğini yapma iradesine sahip Allah(cc), İblis’i hemen cezalandırmaz. “Emrettiğim zaman, nedir seni secde etmekten alıkoyan?” sorusu ile İblis’e, kendini savunma hakkı verir. Bilindiği üzere İblis, bilinen insanlar ve cinler tarihinin ilk “mantık hatası”nı yaparak kibre kapılır ve kendi özünü Âdem’in özünden üstün tutar. Aslında İblis böyle yapmakla, Allah’ın bilgisini sorgulamış hatta dolaylı yoldan -hâşâ- Allah’ı cehaletle itham etmiştir. Tüm âlemlerin bilgisinin, O’nun bilgisinin yanında denizlerdeki bir damla bile olmadığı Allah için bu itham, suçların en büyüklerinden biriydi.

İblis, sonrasında bir şeye daha cüret ederek “Beni saptırmandan ötürü, senin insanlar için gösterdiğin sıratı müstakim (dosdoğru yol) üzerine oturacağım…” diye yemin etti. Kendi kibri ve gururu sebebiyle yoldan çıkmış olmasına rağmen sapmasının fâili olarak Allah’ı gösteren İblis, bir başka büyük cürüm daha işlemiş oldu. “Hak etmediği halde kendisinin yoldan çıkarıldığını” savunarak Allah’ı -hâşâ- adaletli olmamakla suçlamış oldu. Adaletle hükmetmeyenin zalim olacağı ise açıktı. (İnsanın kendi yaptığı fiiller sonucunda başına gelen olaylarda, kaderi yani Allah’ın takdirini suçlaması da İblis’ten miras kalan illetli bir itikadın izdüşümü gibi duruyor.) Ayetlerin devamında Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın şeytanlaşan İblis tarafından kandırılması ve cennetten çıkarılması anlatılır. Yasaklanan ağaçtan meyve yiyen Hz. Âdem ve Hz. Havva, yaptıkları hatayı kabul ederler ve Allah’ın merhametine sığınırlar.

Görünürde İblis de, Hz. Âdem ve Hz. Havva da sadece birer ilahi emre uymamışlardır. Ancak İblis’in iflah olmaz tutumu, inadı ve kibri, onu huzurdan kovulmuş melun bir “şeytan” yaparken; Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın hatalarını kabul edip tövbe etmiş olmaları, onların affedilmelerine zemin hazırlamıştır. Ancak yasaklı ağaçtan yemelerinin de bir bedeli olmuş, nimetler içinde oldukları cennetten çıkarılmışlardır.

Her ne kadar fıkıh uleması “Kıssalardan fıkhî hüküm çıkarılmaz!” demiş olsa da, insanın yaratıldıktan hemen sonra şahit olduğu bu olay, bugün söz konusu ayetleri okuyan Müslümanlar için kadim bazı hakikatleri ortaya koyuyor olmalı. Meselâ, her şeye gücü yeten ve “lâ yüs’el” (yaptıklarından sorguya çekilemez) olan Allah’ın, en büyük cürümleri peş peşe işleyen İblis’e bile söz hakkı vermesi ve kendisini savunmasına müsaade etmesi, savunma hakkının ne kadar kutsal bir hak olduğu gerçeğini gösteriyor. Yargısız infazın adaletle bağdaşmayacağı; en mukaddes metinde, henüz insanlık tarihinin ilk sahnesinde yaşanan olayda dile getirilmiş oluyor. (Gıybet fiilinin Kur’an’da tiksinti verici bir günah olmasının temelinde de itham edilen kişinin, gıyabında konuşulan konuda kendini savunma hakkından yoksun olması yatıyor olsa gerektir.)

İblis’in serdettiği cümleler ve sergilediği tutum da bir başka hakikati gözler önüne seriyor. Kibirlenen, ukalalaşan, hatasını kabul etmeyen ve haliyle şeytanlaşan bir aklın gerçeğe karşı gözleri körleşir. Bu karanlığın nurla buluşması da mümkün olmaz, velev ki kıyamete kadar yaşasın. Şeytanlaşan her nefsin dünyadaki nasibi, taşlanmak ve aşağılanmaktır. Ukbâda ise kendilerine vaadedileni görmeleri kaçınılmazdır.

Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın hatalarını kabul edip pişmanlık duymaları, onları şeytanlaşmaktan kurtarmıştır. Ayrıca rahmeti geniş olan Allah’ın affına sığınmaları sayesinde kurtuluş imkânı bulmuşlardır. Ancak pişmanlıkları, ellerindeki nimetleri kaybetmelerine mâni olmamıştır. Şeytana uymuş olmaları sebebiyle kendilerine lütfedilen nimetlerden olmakla kalmamış, tövbelerinin kabul olduğu vakte kadar da derin bir korku ve tedirginlik yaşamışlardır.

Yargılama adil olduktan sonra bir cezanın verilmesi de, nimetlerden mahrum bırakılma da, bağışlanma da adalettir. Yeter ki, her hâlükârda el-Âdil olanın huzurunda hesap verileceği unutulmasın…