Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan “Ben çok açık net bir şey söyleyeyim, bu anketler vesaire bunlara pek güvenim kalmadı. Çünkü geçtiğimiz seçimlerde gördük bir tanesi belki yakın tutturuyor. Çoğu açık ara kaybetti tutturamadı” dedi ve anketlere güven tartışması başladı.
Anket şirketlerinin sayısının ne kadar olduğunu bilmiyorum. Ancak sayısının yeterinden de fazla olduğunu düşünüyorum. Her seçim öncesi sahalara inen bu şirketler çoğu zaman da aday adaylarına özel anketler hazırlar ve o kişiliklerin tabanda ne kadar desteği olduğunu ortaya çıkarır. Ya da çıkardığı söylenir.
Siyasi partilere olan desteğin, seçim sonuçlarının ne olacağına dönük yapılan anketler de çoğu zaman sipariş üzerine yapılır.
Esasen anket şirketleri olarak bilinen bu yapılar, kamuoyunun nabzını tutan, sosyolojik araştırma merkezleri olmaları gerektiğini düşünüyorum. Toplumun duygu ve düşüncesi ile toplumların hangi etkenlerden etkilendikleri, sosyolojik ve psikolojik olarak sosyal ortamları inceleyerek o toplumun geleceğe dönük beklentilerini ortaya koyan raporlarla da gündeme gelselerdi keşke.
İşte o zaman, bu kurumların ‘parayı veren anket yaptırıyor ve kendi arzusuna göre netice ortaya konuyor’ algısı olmazdı. Güven kaybetmezlerdi.
Ayrıca toplumun nabzını tutmak, sosyoekonomik durumları tespit etmek ve toplumun beklentilerini ortaya koymak sadece kâğıt üstünde olmamalı. Bu iş sadece ticari bir iş olarak da görülmemelidir. Kamuoyu araştırma şirketlerinin sahipleri, televizyonlarda boy gösterip şu parti bu kadar alacak, yok bu partinin durumu şudur demelerinin altında birilerine göre tavır aldıkları algısı yaratıyor toplumda.
Toplumun nabzını tutan söz konusu bu anket şirketlerinin bünyelerinde kaç sosyolog akademisyenin bulunduğunu doğrusu merak ediyorum. Ayrıca, üniversitelerin sosyal bilim alanları sivil toplum örgütleri ile birlikte bu yönde kamuoyuna yansıyan çalışması neden yok?
Bizler her şeye ticari baktığımız sürece, tarihe başarısızlıklarla dolu emek bırakmış oluruz. Toplumun düşünce ve etkileşimlerinin ‘Neden ve Niçin’lerini de araştırıp bulmalıyız. Yanlışlıkları ortaya çıkarıp, doğruları da toplumun önüne koymalıyız. Doğruluk adına öğretici ve yol gösterici olmalıyız. “O hâlde, emrolunduğun gibi dosdoğru ol!…” (Hûd, 112)
Hangi iş ve hedef olursa olsun, ona ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur. Sarsılmadan dosdoğru yol üzerinde yürüyebilmek zordur. İstenilen hedefe ulaştıktan sonra aynı şekilde o doğruluk üzere, hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur. Hz. Peygamberimizin (sav) “beni ihtiyarlattı” dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikamet emrinin asıl kendisiyle ilgili olan kısmından ziyade, ümmetiyle ilgili olan kısmı olsa gerek. Zira Allah (cc) peygamberimize buyuruluyor ki: “Müslüman olan herkes de tıpkı senin gibi dosdoğru olsun. Ve azmayın, yani Allah’ın tayin ettiği sınırı aşıp da onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp da ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin.” Allah (cc) herşeyi görür ve ona göre karşılığını verir.
Yani ödülü de cezayı da verecek olan Allah’tır. Asıl olan O’nun rızasıdır.
Selam ve dua ile…