İslam iktisadının, batı iktisadı ile arasındaki belirgin farklardan bir diğeri piyasa modelinde ahlak müessesesinin varlığıdır. Nitekim batı iktisadının başrol oyuncusu olan iktisadi adamın, çıkarlarını azami düzeyde tutmaya çalışan ahlaki kaygılardan uzak bir karakter olması, kuramın sistematiğinde ahlak müessesesinin dikkate alınmadığının dışa vurumudur.
Oysa İslâm iktisadı, İslâm ahlâkının tamamlayıcı unsurlarından bir tanesidir. İslam ahlâkı, hem bir medeniyet hem de bir insan modeli inşa etmiştir. Velhasıl dünya tarihinde insanlığın gidişatını etkileyen sosyal, iktisadi ve toplumsal kırılma dönemlerinin her birisinden sonra İslâm dininin varlığını özünden kopmadan devam ettirebilmesi bahsi geçen bu insan modelinin varlığından dolayı süregelmiştir. İslâm ahlakını, bu insan modeline misalen nakış nakış, ilmek ilmek işleyen temel argüman ise nefsi manevi hastalıklardan arındırmayı ve böylece insanların kalpleri ile Allah’a dayanmasını amaçlayan tasavvuftur.
Yaradılışı gereği farklı meşrep ve mizaçlara sahip insanların, çirkin huylardan arınarak güzel ahlaka doğru yolculuğu olarak da tarif edilebilen tasavvuf bu bağlamda bir ahlaki eğitim mekanizması karakterini de taşımaktadır. Bu açıklamadan çıkarılan en önemli sonuç tasavvufun manevi tabanda ahlaki derinliği ararken, beşeri hayatla ilişkisini kesmediği aksine İslâm dininin esasları çerçevesinde insan ve madde arasında özgün bir ilişki sistematiği kurduğudur.
Bu bağlamda tasavvuf, İslâm iktisadının en temel öznesini teşkil eden insan tipinin ve bu insan modelinin dünya görüşlerinin tayin edilmesinde çok önemli bir rol oynadığı gibi toplumsal hayatı düzenleyici rolü ile ahilik-esnaflık ve fütüvvet gibi iktisadi kurumların teşkil etmesi noktasında da önemli sorumluluklar üstlenmektedir. Böylece en başta bahsettiğim üzere Müslüman insanı ve bu modelin ekseninde gelişen iktisadi kurumları kapsayan İslâm iktisadı, tasavvuf aracılığı ile İslâm ahlâkının tamamlayıcı unsurlarından bir tanesi olagelmektedir.
Ancak hemen burada günümüzde tasavvuf hakkındaki yanlış anlayış ve birtakım uygulamalara dair ayrı bir parantez açmak istiyorum. İman, ibadet ve amel (ahlâk) silsilesinin ahlaki yönünü öne çıkaran tasavvuf, insanların ahlaki dünyasını güzelleştirmeye çalışan bir disiplindir. Bu özelliği ile aslında sistem olarak bid’attır. Ancak içeriği Kur’an ve sünnettir. Nitekim ruhu da budur. Maalesef bu gerçek ortada iken işin içerisine felsefe ve edebiyatı karıştırarak gerçekleri sulandıran, vitrinin önüne sadece bu aktörleri çıkaran, hakikati (Kur’an ve sünneti) ikinci plana iten yaklaşımlar ise aksaktır. Bu ayrıma hassasiyetle dikkat etmenizi istirham ederim.
Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şerifi’nde şöyle demektedir: “Allahu Teâlâ buyurdu: Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha iyi bir yolla bana yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum.”