O kadar çok karşılaşıyoruz ki.
Her nereye gitsek kime dokunsak bin âh işitiyoruz. Her tarafta her iş kötü, her kurum kötü, her yapı sorunlu.
Kurumların tüzel kişilik olarak kötü olması ne derece düşünülebilir? Kurumların amelini işleyin insanlar değil midir? İçindeki de serzenişte bulunuyor, dışındaki de.
Ne kadar dinlemeyi sevseniz de yoruluyorsunuz uzun uzun konuşmalardan, bitmek bilmez âhlardan.
Bir hikâye anlatılır:
“Bir âlim ve sabun imalatı yapan bir adam, yolda birlikte yürüyorlardı. Dinle arası pek de iyi olmayan sabuncu bir ara bilgeye döndü ve ‘Hep aklıma takılan soruyu size sorabilir miyim?’ dedi.
‘Tabii sorabilirsin!’ diye cevapladı bilge.
‘Şey! Din ne işe yarar, söyler misiniz bana?
Bu kadar uzun zamandan beri din var ama insanlar yine de birbirlerine kötü davranıyorlar. Birbirlerini öldürüyorlar zulüm ediyorlar.’
Bilge kişi hemen cevap vermedi. Sessizce yollarına devam ettiler.
Girdikleri bir sokakta oynayan kir, pas içinde bir çocuk gördüklerinde Bilge, sabuncuya dönerek şöyle dedi:
– ‘Söyler misiniz sabun ne işe yarar, bunca zamandır sabun diye bir şey var, ama bak insanlar hâlâ kirli kirli geziyorlar.’
Sabuncu bu karşılaştırmaya hemen itiraz etti.
‘Tamam, ama insanların temizlenmesi için sabunun kullanılması gerekir.’ dedi.
‘Ben de tam bunu söylemek istiyorum.’ dedi bilge kişi. İnsanların iyi olabilmesi, iyilik yapabilmesi için dinin kullanılması gerekir! Dini hakkıyla yaşamayan insanların yaptığı kötülüklerde dinin ne suçu olabilir?”
Dini hayatta da içtimai hayatta da meselemiz, meseleleri kendimizden beri tutmamızdır. İnsanların hep başkalarından şikâyet etmesi, hep başkalarına kabahat bulması kendi nefsine bakmaması çağımızın en ileri düzey hastalıklarından birisi olsa gerektir.
Kurumlar hata yapmıyor, hatayı yapan insanlardır. Kurumlar kötü davranmıyor, kötü davranan insanlardır. Kötü davranan bizleriz…