Davutoğlu’nun İran ziyaretinin detaylarından

ve akabinde Numan kurtulmuşun açıklamalarından anlıyoruz ki,

İç ve dış politika da farklı rüzgârlar esecek,

dengelerde hafif esnemeler görülecek.

Artık şu gerçek çoğumuzca kabul gördü.

Türkiye’nin Suriye paradigması, ABD’nin attığı kazık nedeniyle iflas etti.

Rus jetinin düşürülmesiyle de

Suriye’nin geleceğinde artık etkin bir rolümüz şimdilik yok.

Hani bir musibet, bin nasihatten iyidir derler ya.

Son süreç, Türkiye’yi mülteciler bahanesiyle AB ile yeniden entegre edebilir.

Ne olursa olsun Türkiye’nin geleceği AB’dedir.

Eğer refah ve kalkınmışlık ana hedefimiz ise doğru adres buradır.

Lakin bu paradigma, elimizi ayağımızı Ortadoğu’dan çekeceğiz anlamına gelmiyor.

Bilakis daha öncekilerden çok daha etkili ve enerjik politikalar üretmeliyiz.

Tükiye’nin inisiyatif almadığı bir Ortadoğu hele de İslam coğrafyası, asla tam manasıyla güvende olmayacaktır.

Fakat pozisyonel dış siyaset stratejimizi AB ile tam bir entegre üzerine kurmalıyız.

Çünkü elimizde daha önce hiç olmadığı kadar güçlü kozlarımız var.

AB’nin bize, bizim olduğumuz kadar ihtiyacı var.

Hatta daha fazla.

Bu eksende iktidar, dış politika da yeni bir yol haritası çizmiş gibi görünüyor.

Ve ibrelerde yavaş yavaş lehimize işlemeye başladı.

Neden mi?

Suriye meselesinde en büyük endişemiz ve kırmızı çizgimiz neydi.

PYD/YPG ile 900 km sınır komşusu olmak.

Dolayısı ile de Kandille.

Ancak Beyaz Saray’ın son birkaç gündür üst üste yaptığı bir açıklama var.

Suriye’nin kuzeyinde bir bağımsız Kürdistan devleti planlamıyoruz.

Peki neden bu söylem üzerinde ABD bu kadar ısrarcı olmaya başladı.

Cevabı çok basit.

ABD’de Rusya’da kısa zamanda böyle bir haritanın olamayacağını çok iyi analiz etmiş durumda.

Suriye’nin resmi olarak harita üzerinde parçalanması kısa vadede zor görünüyor.

Anca orta vadede nihayetlenebilir.

Buda en az 5 ila 10 demek.

Rusya ve ABD bu pratikte uzlaşmış durumda.

Her iki süper güç şu realiteyi çok iyi biliyor ki, ağrılıklı nüfusu Arap ve diğer demografik ‘Etnisite den! oluşan bu topraklarda,

Kürtlere hatırı sayılır bir otonomi alan bırakmaları gerçekçi değil.

En bariz örneği, başta Gaziantep ve İstanbul da olmak üzere Suriyeli muhaliflerin yaptıkları toplantılarda kullandıkları ifade biçimi.

“Suriye Arap Cumhuriyeti.”

Yapılan tüm ısrar ve baskılara rağmen “ Suriye Cumhuriyeti” tanımını kullanmadı diğer muhalif gruplar.

Hepsinden daha öte bir acı gerçek var ki,

süper güçlere, yani emperyalistlere asla güven olmaz.

ABD, Suudi Arabistan’ın zengin ailelerinden birinin ferdi Usame Bin Ladin başta olmak üzere,

Afganistan da ki Taliban unsurları Pakistan da Kurulan “CIA” kamplarında Ruslara karşı eğitip kullanmış, sonra kendisi için bir düşman haline getirip yok etmişti.

Aynı ABD, Irak’ta Baas Sünni ontolojiyi yok edip çekildiğinde, demokrasi ve özgürlük yerine acı, katliam ve mutlak parçalanmayı bıraktı ardında.

O nedenlerdir ki  ABD ve Rusya gibi süper güçlere güven olmaz.

Alacaklarını alıp, çıkarlarını güvence altına aldıktan sonra giderler,

Geride bıraktıkları da birbirlerini yerler.

Ve öyle biz zaman gelir ki sahada askerimiz dedikleri PYD/YPG yüzüstü bırakırlar.

Yani özetle fena satarlar.

Bu hiçte uzak bir ihtimal değil.

Geçmiş de yaşananlar ile sabittir.