20 yıl önce bugün 28 Şubat’tı. Her imanlı kalbin sızladığı, her idrakli aklın zonkladığı zamanlardı… Güya çağdaş ve ilerici güruh, örtümüzü “siyasî simge” ilan ederek “türban” adını takmıştı.
İnsan haklarından söz eden, demokrasiyi ve inanç özgürlüğünü savunan hiç bir ülkede insanların koyduğu kanunlar, Tanrı’nın buyruğunun önüne geçmezken, ülkemde “laiklik” adı altında dinsizleştirme projesi uygulanmaya konulmuş, yüzbinlerce aktif zekâ evlere kapatılmış yahut kalifiye olmayan işlere sevk ettirilmişlerdi. Bunu yapanlar o günün de, bu günün de ilericileriydi!
Dahası, binlerce toplum mühendisi öğretmen, şehirlerin inşâsını gerçekleştirecek mimar, toplum sağlığını iyileştirecek doktor hanım, sırf inançlarından sebep örtünüyor oldukları için görevlerinden azlettirilmişlerdi.
Onlar artık, şairin 1949 yılında söylediği şiirin “Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya!” dizesinin izahıydılar. Sınırlar çizilmişti “Kamusal alan” yasağı adı altında… Değil çalışmak, yavrusunun orduevindeki düğününe bile iştirak etme hakkına haiz değillerdi. Bunları yapanlar da “Muasır medeniyetler seviyesi”ni hedefleyen la-dini tercih hakkını kullanma konforuna sahip olanlardı!
Zor zamanlardı hasılı… Göğe çok çığlık, çok ah yükseldiği günlerdi… Toprağa çok gözyaşının damladığı vakitlerdi… Polis copları, bir metre bez diyerek küçümsedikleri örtümüzden sebep hışımla kalkıyor, sadece denk geldiği yere değil, ruhumuza derin yaralar açıyordu.
Ve zaman malûm biçimde hızla akarken, biz kaybedilmiş zamanlarımızın telâfisine imkân bulurken, Rabbimizin bildiği ve bunca zalime bildireceği bir had vardı.
15 Temmuz, bize de onlara da gelip çattı. Biz makbul olmuş dualarımızın şükrüyle meydanlarda “Kurtuluş zaferi”mizi kazanma nöbetlerindeyken, onlar saklambaç oynuyorlardı. Ve bizler, 28 Şubat post(!) modern darbe tecrübesiyle, kuzu post/una(!) bürünmüş kurtların 15 Temmuz işgal girişimini hay/ret ile okuyorduk.
Onların 28 Şubat döneminde sarf ettikleri replikleri dün gibi hatırlayarak, zamanın nabzını tutuyorduk.
Hani, “… Ben zannediyorum, onlar, (asker) bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler, hasımlarını bertaraf ederler, onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar…” demişti hain FETÖ’nün çobanı!
Hani, zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, “…Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!” sözleriyle Merve Kavakçı nezdinde millete had bildirmişti…
Hani, “… Bu milleti arkamıza düşürürüz diye düşünen varsa aldanıyor. Hem de çok aldanmaktadır. Cumhuriyet 5’inci neslini yetiştirmiştir ve bu nesil cumhuriyete sahip çıkmaktadır. Türban özgürlük falan değildir. Bu gericiliktir.” teşhisini koymuştu millet iradesiyle değil, Meclis kontenjanı ile döneminin cumhurbaşkanlığını yapan Süleyman Demirel…
Bu zavallı repliklerin cevabını vakur ve dirayetli ahvaliyle verdi aziz milletimiz! Bitmedi! Bu yobaz, bu gerici, bu ülkesinin inkişafına çelme takan zihniyete 16 Nisan akşamı yüzyıllık bir cevap olacak inşallah Evet”lerimiz!