Hızla gelişen insanoğlunun fukara kaldığı, arzu edilen seviyeye ulaşamadığı “farklı düşünene saygılı olma” haline her gün yeni vakalar ekliyoruz. Olayları takip ederken hayretten şaşkınlığa düşüp, sonrasında anlamsızca umursamazlığa bağlıyoruz. Çünkü çözemiyoruz meselemizi! Döktüğümüz diller, beynimizde kopan fırtınaların kuvvetine yetişmeye çalışırken kendi kendimizi telef ediyoruz. Anlayışsız, nobran, şiddeti uzlaşmaya değişen, orta yolu bulmak yerine uçları sivrileştirmeye çalışanların arasında nefes darlığı yaşıyoruz çoğu zaman.

Yakın zamanda bir parti adalet çağrısı adı altında bir yürüyüş gerçekleştirdi. Finali İstanbul’da yapılan yürüyüşün sosyal medyadaki paylaşımlarında bir kişinin “Türkiye tarihinin eğitim seviyesi en yüksek katılımlı mitingi gerçekleşiyor” diye beyin yakan cümlesini ben dahil çoğu insanın dikkatinden kaçmamış olacak ki üzerine epeyce konuşuldu. Kendini bilen, nitelikli bir hayata kavuşmuş bir bireyin –akıl sağlığı da iyiyse- böyle ucuz cümleler kurmaması gerekir. Ama ne mümkün! Eskiden dilin kemiği yoktu, sosyal medyadan sonra şimdi elin ayarı yok. Fikir özgürlüğünün dışına çıkıp senden farklı düşüneni aşağılamaya girişme çabasının kime ne faydası oluyor acaba! Uzun mesele…

Nefret dilini çoğaltmak, fikirleri veya inandığı şeyleri beğenmeyerek itelemek, yok saymak birlikte yaşama adına çok da sağlıklı hareketler değil. Yoksa herkes içinden geçeni lisan-ı münasiple muhatabına bildirsin.

Ciddi bir rahatsızlık geçiren ve tedavi olan Türk Sinemasının hanımefendi oyuncularından Hülya Koçyiğit, bu yürüyüşe dair “fikirlerini” paylaşınca sosyal medyada lince tabi tutuldu. Tam da bu noktada fikir hürriyetini en çok savunanların nasıl hadsizlikler yaptığını anlatma istediği geliyor ya, şimdilik susuyoruz.

Geçen yıl yaşadığımız ve milletçe direnerek hainlere fırsat vermediğimiz 15 Temmuz kalkışmasından sonra sanatçıların tavırları üzerine çokça konuştuk. “Niye sokağa çıkmadılar, bu halkın alkışlarıyla ayakta durup neden yanlarında olmadılar” temel soruları oluşturuyordu. Aynı sanatçılar gezi olayları sırasında en önde saf tutarken meseleyi çok romantik aktarıyordu hâlbuki bize. Tohumlar fidana, fidanlar ağaca türküsü kadar masumdu güya her şey!

Siyasi görüşü ne olursa olsun, inancı farklı dahi olsa 15 Temmuz gecesi yan yana, omuz omuza mücadele etti bu millet. Canını ortaya koydu ve vatan müdafaasını en onurlu haliyle, hiçbir silahı olmadan yaptı. Bu birlikteliğe, bayrağın gölgesinde toplanmaya karşı çoğu sanatçı “oyun” dedi, “yalan” dedi geçti meselenin üzerinden. “Önce vatanım, önce milletim. Haysiyetiyle, onuruyla, gururuyla, gücüyle birbirine kenetlenmek… Ben bunu istiyorum.” diyen Hülya Koçyiğit’i ise bir tarafın adamı ilan edip, yuhalamaktan geri durmadılar. Koçyiğit, “Adalet yürüyüşü beni heyecanlandırmıyor. Ülke adına yaşadığımız bir acının, korkunun ya da dışarıdan bir baskının ardından böyle bir şey yapılmasını isterdim.” dedi kopardılar kıyameti. Ne saygı kaldı ortada, ne fikir özgürlüğü!

Barışcıl, aklı başında, bir gerginlik varsa dahi uzlaştırıcı, sakinleştirici bir dili olması gerekir “sanatçı” diyerek saygı duyduklarımızın. Çünkü saygı parayla satın alınan bir şey değildir. Koçyiğit’e, Şener Şen’e ve iyiye dair yorum yapan, fikir beyan eden kim varsa şiddetle üzerine atılan toplumsal nefreti körüklemek isteyen fikir fukaraları var maalesef. Lakin gerçeği değiştirmeye güçleri yetmiyor, bu milleti birbirine düşürüp kaos çıkartamıyorlar. Hevesleri hep kursaklarında kalıyor ve Allah’ın izniyle hep de boğazlarında düğüm olarak kalacak…