Zor zamanlardan geçiyoruz. Zor olduğunu kavramakta zorlanacağımız zamanlar hem de. 15 Temmuz gecesinin hakkını vermek için yüzleşmemiz gerekiyor bu zorlukla. Tanka karşı koymaktan daha beter bir sınama bu zira. Füzeyi ve kurşunu çıplak elle durdurmaktan daha ateşli bir fitne.
Karşıdan gelen, namlusunu alnımızın ortasına çeviren düşmanın üstesinden geldik, yine geliriz, yine geleceğiz bi-iznillah. Fakat içeride bir yerde, yanımızda, bizden yana olan ‘düşman’a karşı koymak zor. Bizi ‘bizden’ olduğuna ikna etmiş o saydam karaltı hiç yakamızı bırakmayacak. Yürüyecek bizimle. Gölgemiz olacak. Adımız çağrıldığında bizden önce o cevap verecek.
Sinsi ve sessiz bu düşman. Ayak sesleri yok. Görünmez tankları her yeri her an kesebilir. Gece gündüz darbe halindedir. Tankı teslim almış olmanın huzuruyla birkaç saatlik şekerlemeye izin vermez. Uykuya sızar. Ne kadar tehdit etsek, miğferini bırakmaz; kafamızın içindedir. Silahının şarjörünü de boşaltamayacağız, tüfek diye ruhumuzu kullanır. Darbeyi önlemiş olma zaferiyle, küstahları kelepçelemiş olma sevinciyle, bir kaldırımla yahut bir kanepede dinlenmemize fırsat tanımaz.
Bu satırları yazdığım sırada, bir dostuma, hayli garip bir cümle kurduğumu fark ettim. “Birileri duymasın, yoksa bizi kripto sanırlar” diye fısıldayarak: “Aynı tarafta olduğumuz herkesin taraftarlığına taraf olmak zorunda değiliz.” Gülüştük.
İnce ayar bu… Zorumuza gidiyor ama ihtiyacımız var. Bi’ yerden başlayalım:
İmam Ali’nin [ra] elinde bir vuruşta başı omuzdan ayıran Zülfikâr vardı. Zülfikâr’ı savurmak ancak ona mahsustu. Ama aynı Zülfikâr, savaşta, kendi yüzüne öfkeyle tüküren düşmanın boynuna inmek üzereyken bir anda duruvermişti. Hışımla indirmek üzere olduğunu fark etmişti Ali [ra] Zülfikâr’ı. Nefretle… Öfkeyle…
Konum ve bağlam, görünen ve bilinen İmam’ın Zülfikâr’ı indirmesini kıyamete kadar haklı görecekti. Ama İmam’ın gördüğü başka bambaşka bir şeydi. Düşmana kendi nefsi adına vurmak üzere olduğunu görmüştü. Görünüşteki haklılığına haksız bir taraftar çıkıvermişti aniden. Hemen içinden. Kendi tarafında taraftarı olamayacağı nefreti ve öfkeyi görmüştü. Durdu!
Nebevi dersi hatırlamış olmalıydı: Küçük cihaddan büyük cihada döndü. Sonrası mâlum.
Öldürmek üzere olduğu hasmı İmam’a niye durduğunu sordu. “Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, nefsim adına vurmaktan korktum” diye bir cevap aldı. Adamın uyuyan vicdanını uyandırdı bu tavır, ömürlük uykusunu tam ortasından kesiverdi. Zülfikâr’ın çatal ağzı mahcupça toprağa inerken, yeni bir mümin ayağa kalkıyordu: “Ben de Allah’ın bir olduğuna ve Muhammed’in O’nun Elçisi olduğuna şahitlik ederim…” dedi adam.
Kendi tarafındaki nefsine taraftar olamayacak kadar incelik sahibi olanın eline yakışır Zülfikâr. İşte o vakit keser fitneyi… Keser!
Ne diyeyim. Zor işimiz. Zor! Allah adaletten ve merhametten ayırmasın. Zafer ahlakıyla donatsın bizi. ‘İncelikler Peygamberi’ne [asm] yoldaş yapsın. Nefes nefese şahit yapsın gerçeğe… Şehit diye kabul etsin verdiğimiz her nefesi…