Bütün muhalif rüzgârları dışarıda bırakarak kapatalım kapıları…

Kadim kederimizden başka hiçbir şey sızmasın içeriye.

Kaçalım insanlardan, unutturalım kendimizi… 

Acıları ve kederimizi, lütfen; ilahi bir lütufla, sırılsıklam ve sımsıkı yaşayalım. Kimseye bulaşmadan ve bulaştırmadan…

Acı bulaşıcıdır. Bu yükün emaneti bende kalsın. Kimseyi üzmeye hakkımız yok.

Belki Mevlana gibi, Yunus gibi, Mecnun gibi, Kerem gibi acılarımızın bir tarihi olmayacak biliyorum.

Yine de bir deneyelim:

Şunu soralım ilkin: Nasıl bir dert ve sızıdır ki, denize dökülemeden kuruyan bir nehir oluyor içimizde!

Şunu da soralım sonra, nasıl bir denizdir ki, hiçbir nehre dökülmeden kuruyup gidiyor yüreğimizde…

Tükenip gidiyor; ne bir çığlık ne bir feryat ne de aksi seda…

Hiçbir acıyı kutsallaştırmayalım. Daha başka ve daha büyük bir acıdan bir muska edinelim. Dilek ağacımız olsun.

Ağlayışlarımızı, nisan yağmurlarına veya batmaya yakın güneşin kızıllığına bağlamadan kendimizden bir sebeple ve içimizden bir sonuçla mutlaklaştıralım.

Ve ağlayalım ki içimizdeki nehir kurumadan akabilsin artık.

Gökkuşağından renk çalmayalım mesela…

Güzelleşmenin başka bir yolunu buldursun bize hayat.

Gökkuşağını biz mi renklendirelim peki?

Hayır bence…

Belki her yeri ve her şeyi gökkuşağı görelim…

Mümkün müdür bu?

Değildir bu…

Gönül ağrımızdan bir dağ gibi tarih yapalım derim ben…

Sessizce dursun fırtınalara, yağmurlara, kara borana…

Ağrımızdan bir dağ ki, mesafesi sessizlik, duruşu yalnız koşan atların mağrur, mağdur ve mutlak sükûneti…

Karanlığı içine yüzyılların dolduğu gürültüsüz, uğultusuz, sakin kör bir kuyu olsun.

Kırmızıdan, siyahtan, sarıdan, beyazdan ve mordan bir düş büyütelim yanı başımızda.

Yüreğimiz, bu cıvıltılı düşümüz ile kanatlanıp, sızıdan harmanisiyle dağların zirvesinde yalnız bir kartal olsun.

Olmadı bir Anka kuşu…

Kırmızıdan düş mesela, zamanla olgunlaşsın bir kuytuda, koyu kırmızı meyhane rengi, günahtan azade mevsimlik şarap gibi aksın dursun, şiiri demlesin damarlarımızda mesela…

Siyahtan bir düş kuralım; en keskin karanlıkta, yani çaresizlikte bir müjde gibi gelsin otursun başköşemize…

Yanımızdan bir yer açalım muştularımıza, yöremizdeki filiz asırlık çınar olsun artık…

Sarıdan bir düş ki mesela, anlık dalgınlık ve sevinçlerimizin biriktiği ve sonsuza saklayacağımız heybemize dolsun…

Bir ışkın olsun, yani bir ilkbahar olsun, yani yeni bir gün olsun… Nevrozumuz nevruzumuz olsun…

Beyazdan bir düş ki, harareti nardan, yürek şehrimizi teslim alan, eriten bir kar olsun mesela…

Aksın testimizin damarlarından, sızsın ama tükenmesin…

Ve mor bir düş ki mesela, en aydınlık anında talihimizin ve en zifiri karanlığında kaderimizin korkuyla ümit arasına bir köprü kursun…

Evet, bütün muhalif rüzgârları dışarıda bırakarak kapatalım kapıları…

Sessizce girelim kalbimizden sonsuz maviliklere ve sessizce inelim bir nehir kenarına.

Ateşe atılmış pervaneler gibi, sararmış yapraklardan sallarımızla karşılayalım seher yelini, ilk güneşini günün…