Nüfusu yüksek olan ve genç nüfusun yoğun olduğu Türkiye ve benzeri ülkelerde eğitim alanı en zor alanlardan biridir. Türkiye’nin henüz gelişmekte olan bir ülke olduğunu, sanayi ve teknoloji üretiminde hedeflenen noktada bulunmadığını da hesaba katınca, eğitim alanında yapılan yatırımların ve düzenlemelerin meyvelerini vermesi zaman alabilmektedir. Ülkemizde hâlihazırda üniversite öğrencileri hariç yaklaşık 16 milyon öğrencinin eğitimi söz konusu.
Bütçeden eğitime ayrılan payın ilk sırayı almasından ve son yıllarda yapılan yatırımlardan sonra özellikle fiziki anlamda sevindirici gelişmeler olmaya devam ediyor. MEB, okutulan derslerin müfredatları ve kitapların bu müfredata göre yeniden yazılması konusunu gündemine almıştı ve bu yıl müfredat konusu bitmiş oldu. Önümüzdeki yıl kitapların ve müfredatın yeni haliyle eğitim öğretime başlanması planlanıyor.
Yapılan bu değişimlerin ve çalışmaların okullara ve sınıflara etkili bir şekilde yansımasıyla hedeflenen nokta yakalanacaktır. Temennimiz bu değişime eğitim camiamızın hızlı bir şekilde ayak uydurmasıdır. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki eğitimin konusu insandır. İnsan söz konusu olunca hayatın her alanı işin içine girer. Dolayısıyla ders veren öğretmeninden ders alan öğrencisine, okul idaresinden çalışanına, aileden arkadaşa toplumu ve hayatı oluşturan herkes “eğitim” sahasında kendince bir etkiye sahiptir. Ebeveynlerin tutumu, ülkenin refah düzeyi, gündemdeki konular, siyasi gelişmeler, toplumsal huzur… Bunlar da eğitimi bazen dolaylı bazen doğrudan etkileyen faktörlerdir.
Öğrencilerin kendilerine sunulan eğitim hizmetinden azami derecede istifade edebilmesi için bireyin ve toplumun diğer ihtiyaçları da göz önünde bulundurulmak zorundadır. Toplumun ve bireyin maddi ve manevi ihtiyaçları tespit edilip ona göre bir eğitim hizmeti sunulmalıdır. Evet bu biraz zahmetli bir iştir. Çünkü ihtiyaçlar çok çeşitli olabilir. Ancak bu ihtiyaç ve beklentilerin makul olanları dikkate alınarak bir program geliştirildiği takdirde eğitim alan bireylerin mutluluğu/huzuru ve motivasyonu/şevki arttırılmış olur. Galatasaray taraftarı bir öğrenciye Fenerbahçe forması giydirerek beden eğitimi dersinde başarı beklemek çok isabetli olmaz. Öğrenci başarılı olsa bile mutlu olmaz. Aynı öğrenciye müzik dersinde Fenerbahçe marşları ezberlettirip söyletmeniz çok zordur. Söylese bile bunu kerhen/zorla yapacak ve mutsuz olacaktır.
Bizler de geleceğimiz olan çocuklarımıza eğitim verirken bizi biz yapan değerlerimizi merkeze alarak bir eğitim modeli planlamalıyız. Bu coğrafyada yaşayan insanların bin yıldır üzerinde ittifak ettikleri değerler ve kültürel kodlarla yoğrulan bir sistem bizleri geleceğe taşıyacaktır.
Eğitim sadece akademik başarı odaklı ve teknik eğitim merkezli bir pencereden bakılamayacak kadar hayati ve geniş meseledir. Nüfusu 80 milyon olan bir toplumun 16 milyon mühendis, doktor ya da bilim adamı olmaz. 16 milyon gencimize ideal olarak bu tarz hedefler vermek ya da buna konsantre olmuş bir eğitim tasarlamak hatadır. Ülkenin teknik ve hizmet alanındaki hedefleri ve ihtiyaçları hesaplandıktan sonra asıl yoğunlaşılması gereken konu, ana gövdenin yani geriye kalan kısmının mesela 15 milyon öğrencinin eğitimi meselesidir. Burada da hedef “iyi ahlaklı insan” olmalıdır. “iyi insan kime denir?” bizim zihin dünyamızda ve bizzat hayatın içinde cevabı verilmiş bir sorudur. “Dürüst olan, güvenilir, sözünün eri, başkasına zarar vermeyen ve saygı duyan, vatanına bağlı, diniyle barışık, yaptığı işten fayda hasıl olan…” insan “iyi insandır.”
Gençler yaşları gereği hasbi, heyecanlı, neşeli ve delidolular. Biz yetişkinler onlara bu enerjilerini doğru şekilde kullanacakları alanlar açmalıyız. Bu da imkan ve doğru bir eğitim felsefesi ile olur. Öncelikle bizlerin gençliği ve genç olmayı yeniden hatırlayıp tanımlamamız gerekiyor. Bu tanımlamayı yaparken gençlere de kulak vermeyi ihmal etmemiz gerekiyor. Bundan sonra yapılacak iş gençlerin kendi yetenek ve kabiliyetlerini tanıma adına onlara yardımcı olmaktır. Milli ve manevi bir şuurla gençlerin yeteneklerine ve ihtiyaçlarına göre onlara bir gelecek göstermek bizlerin görevidir. Hatta bir değil birkaç alternatif gelecek göstermek. Dolayısıyla ortaokuldan mezun olan öğrenci, ebeveynleri ve öğretmenleri yardımıyla kendini tanımalı bundan sonra da yine onların yol göstermesi ile geleceğe dair kararını vermelidir. Gençlerimizin bu gün en büyük problemi bu belirsizliktir. Lise eğitimini hatta üniversite eğitimini bitirmiş gençlerimiz gelecekle ilgili belirsizliği hâlâ netleştirip de kendisine bir yol çizememiş durumdadır. Hedefi olmayan gemilerin rotası meçhul lakin akıbeti malumdur…