Çözüm Sürecinde kendilerine verilen şansı, bir acziyet ve boyun eğme olarak algılayıp iyice şımaran PKK ve onun emir komutasında hareket eden parti, Türkiye için önemli bir süreci akamete uğratmakla kalmadılar; aynı zamanda onarılması uzun yıllar alacak belki de hiç mümkün olmayacak yaralar açtılar milletin bağrında. Devleti yönetenlerin, yıllarca sürmüş olan suni düşmanlığı yok etmek ve kardeşlik hukukunu yeniden tesis etmek için göstermiş olduğu çabaları ve elde edilmiş kazanımları art niyetli bir şekilde heba ettiler. Bu süreçte ortaya koydukları söylemler ve yaptıkları eylemler, PKK ve onun emir komutasında hareket eden partinin derdinin Kürt vatandaşlarımızın sorunları ya da Türkiye’nin menfaatleri olmadığını iyice ortaya çıkardı. Doğu Bölgesi ve Kürt vatandaşlarımıza yönelik atılmış hiçbir adım olumlu bir karşılık bulmadığı gibi PKK ve onun emir komutasında hareket eden parti, bu adımları engellenmek için kışkırtıcı eylemlerden de kaçınmadılar. Dinine ve devletine bağlı Kürt vatandaşlarımızın aksine dine, dindarlara ve devlete savaş açmış olan PKK ve onun emir komutasında hareket eden partinin zihniyetinin bu bölgedeki vatandaşlarımızı temsil etmesinin mümkün olmadığı bu süreç sonunda iyice ortaya çıktı. Daha da ötesi, PKK ve onun emir komutasında hareket eden partinin Kürt vatandaşlarımızın sorunları için mücadele edebilecek bir özne olmadığı, bir nesne/maşa olduğu anlaşıldı. Bölgeyi, bölge insanını ve bölgenin sorunlarını tanıyıp anlayabilecek, çözüm üretebilecek bir hareket hiç olmamıştı bu zihniyet… Bundan sonra da olması mümkün değildir. Çünkü nesne/maşa durumunda olan, başkalarının kendilerine belirlemiş olduğu role uygun hareket edenlerin bu milletin gönlünde yer edinmesi ve kalıcı olması mümkün değildir. Devlet de bundan sonra attığı adımları buna uygun atmalı, bunlara hiçbir zaman terörist muamelesi dışında bir muamelede bulunmamalıdır. Çünkü bunlara verilen her şans, gösterilen her hoşgörü, bölge insanı ve ülkemiz için kan ve gözyaşı olarak geri dönecektir. Bu kadar keskin ve net olmamızın sebebi, bu örgütün ve destekçilerinin önce Kürt vatandaşlarımıza, sonra Türkiye’ye yaşattığı acılar, ödettiği bedellerdir.
PKK ve onun emir komutasında hareket eden parti, hem devletimize hem dinimize hem de dindar vatandaşlarımıza düşmandır. Yani PKK ve destekçilerinin savaşı, sadece Türkiye Cumhuriyeti ile değildir; aynı zamanda İslam’la ve Müslümanlarladır. Sadece Müslüman olduğu için hunharca katledilen gencecik Yasin Börü ve arkadaşları, HÜDAPAR’lı Aytaç Baran ve dindar birçok insanımız bu tezimizin ispatıdır. Kürtler için hiçbir olumlu sonuç doğurmayacağı bilinerek şehit edilen gencecik askerlerimiz ve polislerimiz bunun göstergesidir. Vitrinine almış olduğu birkaç eski İslamcı vekil, bunun böyle olmadığını göstermez; onlarla desteğine ihtiyaç duydukları dindar Kürtlerin gözünü boyamayı amaçlamışlardır. Bir nevi oradaki eski İslamcı vekiller de maşa olan maşa olan partinin maşası olmuşlardır.
Demirtaş’ın çağrısıyla 6-7 Ekim Olayları’nda ölen 50’den fazla insanımız, sonrasında onlar yüzünden ölmeye devam eden insanlarımız; PKK ve onun emir komutasında hareket eden partinin kandan beslendiğinin, kökü dışarıda olan bir zihniyetin ürünü olduğunun göstergesidir. Meşruiyetini millette ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında aramayıp Kandilde ve PKK’de arayanların da bu milletin vekilleri ve temsilcileri olması mümkün değildir.
O hâlde bugüne kadar yaşanan tecrübelerden hareketle devletin ve yöneticilerinin yapması gereken şudur: Terörle, teröristlerle ve destekçileriyle etkin ve kesintisiz mücadele; bunlar dışındaki bölgenin kanat önderleriyle etkin ve kesintisiz müzakere… Teröristlere ve yandaşlarına her kalkışmada anında ve sonuç alıcı müdahale, amacı şiddete başvurmadan özgürlük aramak olanlara olabildiğince müsamaha… Terörün yuvalandığı inleri bir daha kullanılamayacak şekilde imha, bölgedeki geri kalmış bölgeleri ise mümkün olduğu kadar kısa sürede inşa…