İnsanın bildiğini sandığı ve kendinden emin olduğu şeylerle evet o küçük ayrıntılarla sınanması, ne acı bir durum. Anlatımı kolay, tatbiki zordur bazı şeylerin. Evlerdeki yenilik de tıpkı böyle bir şey!
Bu devrin dirilişi, evlere tutunmakla olur. Ev; anne kalbidir. Ev bir yüzleşmedir. Sıcak bir eldir. Burada saçlar okşanır, yaralar sarılır ve dertler dinlenir.
Eve gitmek, anneye koşmaktır. Nerede olursak olalım, eve doğru yürümeliyiz. Yani gerçek dünyamıza.
Hızla toparlamalıyız evleri!
Yavaş yavaş anlamının dışına çıkan değerlerin etrafında nasıl bir toparlanma olabilir ki. Bizden istenilen de dağılma değil miydi?
Yıllar önce sinden bu değişim kargoya verildi. Şimdi zarflar açan, şaşırıyor.
Taleplerimizle besleyip, şekillendirdiğimiz medyanın, en hassas kurum olan aileyi deforme etmesine göz yumduk. Birileri aile değerlerini kökten silerek emeline ulaştı, bize de ailesiz saatler kaldı. Aile kurumunun iflas etmek üzere olması, tek kelimeyle, vahşet. Nefessizlik ve ölüm…
Ailedeki dayanışma zayıflayınca, toplumda da çözülme başladı.
Ahlak, adalet, aile diye kurulan cümlelerin çoğu samimiyetsiz. Tesir de etmiyor. Etse düzelme hâsıl olurdu. Çünkü savunulan şeyler, yaşanmıyor.
Örneğin Popüler kültürün insandan çok şey aldığını anlatan kalem oynatıcıları, futbolu gündem yaparak sesini duyurduklarını unutuyorlar. Kimse ellerine bakmıyor. Kirin temiz sayıldığı devir bu! Dağınık, tutarsız ve bencil olmak delilik olsa gerek. Bu devir ego ile körleşme devri…
Bilim ve teknoloji imkânlarıyla açılan yeni sınıfta yer bulma çabasına girildi. Ve dijital çağ hâkimiyeti başladı.
Evlilik, yeni eşyalar ve ev. Çocuk, bakıcı ve kreş. İşyeri, kariyer ve çok çalışmak. Eğitim, zoom. Gezmek, bilgisayar ve cep telefonu ekranı…
Bu çerçevede başarılı ve mutlu bir yaşam sürmek, çölde serap görmek gibi olmalı. Herkes kendine biçilen elbiseyi itirazsız kabul etmekte. Menfaate uygun hareket etmeye alışığız çünkü.
Emek, çaba, gayret olmadan merhameti hissedip, yaşatmak eksik bir uzuv gibidir. Felçli bir vicdanla iyilik yapmak, duygu tatmininden öteye geçemez.
Pandemi ile hepimizin hareket sahası daralırken, yaşam endişesi de arttı. Fazlasıyla panik ve şaşkın olmak için, bir hayli sebebimiz var. Covid 19 mücadelesi maske, mesafe, ev ve aşı…
Evet, tehlikeli devrin yenilik provası evlerden takip edilmekte.
Evin içinin kapılarını kapatarak, evde olmak nasıl bir şey ki. Evdeki, evsizlik bu. Aile artık sıcak değil, soğuk.
Charlie Kaufman’ın yazıp, yönettiği, lain Reid’in romanından uyarlanan, gerilim filmi “Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum” bir nevi bir iç konuşma. Ve filmde yorumlanan şiir oldukça dikkat çekici. Bu devirde ev olmadığını fısıldıyor.
“Eve dönmek müthiş bir yalnızlıktır. Evine dönmek, felakettir.
Eve dönmek aya iniş gibidir, yabancıdır. Eve gelirsin, iskeletten bir eve. Artık gördüğün her şey ne varsa kemiktir.”
Eve dönmek istiyor muyuz? Sorusu ile yüzleştiğimizde, tehlikeli devire yenilmemiş oluruz. Özetle yeniden bir ev hazırlığına ihtiyacımız olduğu kesin!
Artık yargı, suçlama, adalet, makam mevki değişikliği sosyal medya hesaplarından yapılmakta. Sanal sosyalliğe fazlasıyla adapte olan bir topluluk var karşımızda.
Ve insanlığı şekillendirip, kalıplara sokmak isteyen bir güç savaşı da var.
Öyle melun bir gösteri ki bu! Bakmanın, görmenin, anlamanın içini boşaltıp, akla şantaj yapmak bir nevi. Fikir avcıları sağlam parmakları, kolları kesip, protez parmak, kol takıyor; bir insan hayata tutundu diye hayranlık, baş dönmesi kalıyor geriye. Ömür boyu mekanik bir uzuvla yaşamaya mahkûm edilen insanın iç dünyası da sorgulanmıyor.
Kesen masum, suçsuz ve bilge. Yargılanacağı yerde itibar görmekte. Toplumun ayarlarıyla oynayan kesim, laf cambazında birinci. Yeni neslin kökle ilişkisini kesen cellatlar, kendi sonlarını hazırladığı fark edemeyecek kadar dünya tutkusu içinde.
“İnsan, tekrar yücelmesi için kendini yeni baştan inşa etmek zorundadır. Ve bu yenileşmeyi ızdırap çekmeden yapamaz. Çünkü o hem mermerdir, hem de heykeltıraş Hakiki biçimini yeniden kazanmak için, büyük çekiç darbelerini kendi maddesine indirerek kıvılcımlar çıkaracaktır.’’ demiş Fransız cerrah ve fizyolog Alexis Carrel, “İnsan Denen Meçhul’’ adlı kitabında. Kültürel çöküntüye dur demezsek, huzursuzluk çoğalacak. Geçmişle dayanışma içinde olmazsak, gelecek korkunç olur. Karanlık ve yönsüz. İdealsiz ve tanımsız bir gelecek! Bu handikap çıldırtıcı olmalı. “Hayat ileri doğru yaşanır ama geriye doğru anlaşılır.’’ diyen Antropolog Clifford Geetrz, yaşamın mana kıyısına işaretliyor.
Bilgiye hızla ulaşılan bu dijital çağda dünya artık köy olarak adlandırılmakta. Bu yeni köyün meydanında da rekabet var. Yenidünya modelinde, yenileşme var.
Aileyi merkeze aldığımızda, anne- baba ve çocuk kendi değerini bulacaktır. Herkes birbirine inanarak evdeyiz diyebilmeli. Ev saygıyı, sevgiyi fazlasıyla hak ediyor.
Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Orhan Veli Kanık: “Bilmezler yalnız yaşamayanlar/Nasıl korku verir sessizlik insana/ İnsan nasıl konuşur kendisiyle/Nasıl koşar aynalara /Bir cana hasret / Bilmezler.”
Kalbinize emanetsiniz…