Arabistan denilince aklımıza hemen Mekke ve Medine gelir. Sadece bizim mi? Bütün ümmetin kalbi, gözü kulağı Mekke ve Medine’dedir. Müminler hep bir fırsat kollar Allah’ın evini ve Resul’unü ziyaret etmek için. Bir ilâhide ifade edildiği gibi “Arayı arayı bulsam izini/İzinin tozuna sürsem yüzümü/Ya Muhammed canım arzular seni.”

Allah ve Resulünün aşkı bütün her şeyi unutturduğu için koca Arap yarımadasının diğer yerlerini de unutturmuştur. Oralar hakkında bilgi ve fikir sahibi olmak için çaba sarf edilmez. Oysa Arap yarımadasında ona yakın devlet bulunmaktadır. Suudi Arabistan, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Filistin, İsrail, Ürdün, Irak, Lübnan, Yemen, Kuveyt. Hatta acaba Suriye’de bu coğrafyaya dahil edilebilir mi? Haritaya baktığınızda Türkiye sınırından aşağısı sanki Arap yarım adası gibi gözüküyor. Tabii bu devletlerin birçoğu nasıl devlet olmuştur ayrı bir tartışma konusu.

Suudi Arabistan’a 5 defa gitmek nasip oldu: Birincisi hac vazifesini yapmak için, ikincisinde umre için, üçüncüsünde resmi bir heyetle Sayın Cumhurbaşkanımızla, dördüncüsünde İstanbul Ticaret Odası heyetiyle, beşincisinde ticaret yapmak için. Her gidişimde umre vazifesini yapmaya gayret ettim.

İLK YOLCULUK

İlk yolculuğum hac için kısa bir program çerçevesinde olmuştu. Yoğun bir iş trafiği ortamında yakın bir arkadaşımın özel bir programa eklemesi sonucunda mânen hiç hazırlık yapamadan, kendimi kutsal yolculuğa çıkmadan bir gün önce Eyüp’te hac malzemeleri satan dükkânlardan birinde buldum. Eyüp Camii’nin etrafında maneviyata tekabül eden her türlü eşyayı kolaylıkla bulabilirsiniz. İhram ve terlik, alınması gereken en önemli iki eşya. Bir de ortasında cüzdanlık bulunan kemer. İhram ve terlikler de kalitesine göre fiyatlandırılıyor. Tecrübeliler terliğin kalitelisini almaya gerek yok diyorlar. Çünkü kalabalıkta kaybeder ve başka bir çift terlikle otele dönersin.

Eşyaları aldıktan sonra organizasyon şirketinin verdiği çantayı kontrol ettim; içinde “Hac ve Umre Nasıl Yapılır?” kitabı ve ay yıldız logolu bir kıyafet bulunuyor. Çantama kullanacağım şeyleri koydum. Yiyecek konusunda arkadaşların bazı tavsiyeleri oldu. Ancak ben bir şey almadım.

Bir taraftan hac farizasını yerine getirmenin heyecanı var, diğer taraftan daha önce okuduğum ve çok sayıda hac yapmış arkadaşlardan dinlediğim hazırlık hatıralarının genişliği karşısında bir şeyleri eksik yapmış olmanın mahcubiyet hissi var. Daha önceleri büyüklerimden dinlediğime göre niyetle başlayan, aylar süren zihni ve fiziki hazırlıklar yapılırmış. Hele karayoluyla gidilebildiği yıllarda vazife daha zor ama o kadar da bereketli olurmuş.

Osmanlı döneminde İstanbul’da hacılar hazırlıklarını bitirdikten sonra Üsküdar’da Harem bölgesinde toplanır oradan heyet halinde yola çıkarlarmış. O nedenle Haydarpaşa ve Üsküdar arasında kalan, şehirlerarası otobüs terminali ve arabalı vapur iskelesinin bulunduğu yerin adı Harem. Burada uğurlama törenleri yapılırmış. Son yıllarda İstanbul’da devlet yetkililerinin de katıldığı uğurlama törenleri yapılıyor. Bu törenlerin geleneğinin ihya edilmesi açısından iyi bir hareket olduğunu ifade etmek istiyorum.

Havaalanında beraber hac yapacağımız arkadaşlarla buluştuk. Mescitte ihramlarımızı giyindik ve iki rekât Allah rızası için namaz kılıp niyetimizi yaparak kutsal yolculuğa başladık. Böylece dünyevi şeylerin en iyi göstergesi olan elbiselerimizden sıyrılmış olduk. Burada hac için gelenlerle ilk etapta eşit duruma geldik. Üzerimizdeki iki parça havlu bizi bir anda başka bir âleme soktu. Yıllar önce okuduğum Ali Şeriati’nin Hac kitabındaki tahliller bu manevi atmosfere hızlı girmemde katkısının olduğunu burada söylemem gerekir. Daha sonra hac üzerine bazı kitaplar okudum ancak hiçbiri Ali Şeriati’nin kitabının tadında değildi. Hacca gideceklere bu kitabı okumalarını tavsiye ederim.

Hacda en çok tavsiye edilen şey sabır; yapacak bir şey yok. Akşam saatleri trafik müthiş kalabalık. Yolların bir kısmı tamamen kapatılmış durumda.

MEKKE’DE OLMAK

3 saat 40 dakikalık uçuşla Cidde’ye vardık. Havalanında her yer bembeyaz örtülere bürünmüş insanlarla dolu. Tabii bu beyaz görüntüler erkeklere ait. Kadınlar günlük kıyafetleriyle daha renkli bir tablo oluşturuyor. Cidde Havaalanı hacı adaylarıyla dolup taşıyor. İşlemleri biten kafileler otobüslere bindirilerek Mekke’ye sevk ediliyorlar.

Bekleyişler uzun ve sıkıcı oluyor. Tabii bir an önce kutsal mekânlara varma heyecanı da sıkıntıyı arttırıyor. Genç, zayıf, narin yapılı haki elbiseler girmiş görevliler gayet sakin bir şekilde pasaportları toplayarak işlem yapmaya çalışıyorlar. Seyahat acentesinin görevlileri devamlı uyarıyorlar: “Otobüsten ayrılmayın, sayım yapılacak.” Fakat sayım bir türlü bitmiyor. Herkes gitti, biz bekliyoruz. Görevli birkaç defa gelip gitti. Kimse bir açıklama yapmıyor.

Sonunda bir bayan hacı adayının çocuğundan kaynaklanan bir sayım hatası olduğu anlaşıldı. Yanlış hatırlamıyorsam sekiz saatlik bir gecikmeden sonra sabah başlayan yolculuğumuzu akşam saatlerinde Mekke’de nihayetlendirdik. Ancak geç gitmenin dezavantajı: her yer dolu. Yolların bir kısmı kapalı, bir kısmında trafik durma noktasında. Önce toplu olarak bir otele götürüldük. Fakat benim başka bir otelde konakladığımı, o yüzden transfer için beklemem gerektiğini söylediler.

Bu transfer işinden sıkıldığımı anlayan organizasyonun başı arkadaşım, “Sıkıldığını anlıyorum. Haccın başlayacağı zamanlarda burada her şey birbirine karışır. Trafiğe takılmamak için sizi ambulansla göndereceğim” dedi. Birkaç arkadaşla beraber kalacağımız otele gitmek üzere ambulansa bindik. Ancak sürücümüz “Ben Medine’de çalıştım. Mekke’yi fazla bilmem” deyince, daha çekeceğimiz var diye içimden geçirdim. Hacda en çok tavsiye edilen şey sabır; yapacak bir şey yok. Akşam saatleri trafik müthiş kalabalık. Yolların bir kısmı tamamen kapatılmış durumda. Epeyce bir zaman da Mekke’nin trafiğiyle mücadele ettikten sonra otele vardık.

Görevliler otele yerleştikten sonra topluca hocanın nezaretinde Harem-i Şerif’e, Kâbe’ye gideceğimizi söylediler. Grup halinde yüksek sesle lebbeyk duasını okuyarak ve tekbirler getirerek Kâbe’ye ulaştık. Otelle Harem-i Şerif arası 10 dakika; ancak kalabalık ve grup halinde yaklaşık yarım saatte varabildik. Yol boyunca yüksek gökdelenler arasından yürüdük.

KÂBE’YE ULAŞMAK

1 no.lu kapının olduğu bölgede Harem’in dış avlusuna girdik. İlk görünen minareler ve yüksek avlu duvarları. Hemen yakındaki yüksek otellerin Kâbe’ye bu kadar yakın olması beni fena halde huzursuz etti. Avlunun bitiminde uluslararası bir marka otel, onun yanında diğerleri sıralanmış gidiyor. Bu otelleri görünce aklıma düştü: Bizde otellerin yıldız alması için içki satışının şart olduğu söylenir. Peki, burada bu oteller içki satmadan nasıl yıldız alıyorlar?

Kâbe’yi ilk görüldüğü anda insanı yüksek bir hüzün kaplıyor. Burada tavaf hiç durmuyor. “Ya Rabbi mahşer böyle bir şey olsa gerek” diye içimden geçiriyorum.

Akşam ışığında minarelerin ve avlunun aydınlatması çok güzel olmuş. Kalabalığı yararak terliklerimizi de elimize alarak içeri girdik. Heyecanlıyız, bir an önce Kâbe’yi görmek istiyoruz. İç koridor boyunca zemzem içilecek damacanalar bulunuyor. İç avluyu da geçtikten sonra Kâbe karşımızda. İlk görüşte yapılan duanın makbul olduğunu söylediler.

Allah’ın evini ilk görüşte beni yüksek bir hüzün kapladı. Müthiş bir hıçkırıkla ağladım. Kâbe’nin etrafında tavaf devam ediyor. Hac zamanı olduğu için her yer dolu. İlk ziyaret tavafına yeşil ışığın bulunduğu noktadan başlıyoruz. Hoca yüksek sesle dua okuyor ve bizim de tekrar etmemizi istiyor. Bizim grupta da Türkiye’nin her yerinde her yaştan ve seviyeden insan var.

Duaları tekrar ederken “Ya Rabbi mahşer böyle bir şey olsa gerek” diye içimden geçiriyorum. Bütün ırklar, renkler, yaşlar, siyahlar, beyazlar, melezler, sarı ırktan olanlar Allah’ın evinde aynı amaç, niyet ve niyazla bir araya gelmişler. Bu kadar kalabalık içinde grup halinde tavaf yapmak gerçekten zor. Birbirlerini kaybetmemek için çeşitli işaretlerle kendilerini tanımlıyorlar. Meselâ uzak Asyalılar, Malezya ve Endonezyalı kadınlar beyaz başörtülerinin üzerine yeşil şerit takmışlar. Türkler daha çok hâkîye yakın bir renkte yelek tarzı bir ceketle ve pantolonla dikkat çekiyorlar. Ceketlerin cep kısmında ay yıldızlı Türk bayrağı var. Bu asker formasına yakın elbiselerin organizasyonunu Diyanet İşleri Başkanlığı yapıyor. Böylece asker millet olma özelliğimizi burada da göstermiş oluyoruz. Yüksek sesle hocanın söylediği duayı tekrar eden gruplar da Türkler.

Kutsal topraklarda manevi yolcuğumuza önümüzdeki hafta da devam edeceğiz…