Suriye’ye bakıldığında ahım şahım bir petrol kaynaklarının olmadığı görülüyor. İstihbaratı sağlam tipik diktatoryal bir polis devleti. Ama ordusu, uçuşa yasak bölge ilan edilse muhalif güçlerle baş edemeyecek kadar zayıf. Esad rejiminden doğrudan yana olduğunu söyleyen hemen hemen kimse de kalmadı gibi. (Dışarıda Rusya, içeride CHP bile “Esed değil bizim derdimiz” dedi sonunda)

Peki nedir on binlerce insanı öldüren bu rejimi ayakta tutan?

Bu sorunun cevabı “Esed gitsin; ama…” söyleminde gizli. Çünkü Esed sonrası iktidarın aşağı yukarı nasıl şekilleneceği ortaya çıktı. En son Suriye muhalefetinin başına getirilen Muaz El-Hatip dahil, muhalefetin belkemiğini oluşturulan İslamcı/İhvan’ül Müslimin(Müslüman Kardeşler) tandanslı gruptan herhangi biri, Suriye’nin iç barışını sağlayacak bir lider olsa da, AB(D),İsrail, Rusya, Çin vs.. kısacası tüm başat dünya güçlerinin dış politikaları açısından doğru bir lider olarak görülmemektedir. Kabaca dünya devletlerine egemen olan görüş, “Muaz el Hatip’in de liderliği sağlamasıyla, Türkiye-Suriye-Filistin-Mısır ve hatta tüm Kuzey Afrika’yı bir Müslüman Kardeşler(İhvan’ül Müslimin) rüzgârı kaplayacak” şeklinde.

Bu kabulün yanlış olmadığını düşünerek, İslami hassasiyetleri yüksek bölgenin dünya düzeninde nasıl bir değişiklik yapacağına ve dünya ülkelerinin niçin Suriye halkını yalnız bıraktığına bakalım…

Bir kere bu hareketin ilk ve kolayca bir araya geleceği zeminin Filistin meselesi olduğunu görmek için âlim olmaya gerek yok. Öyleyse İsrail’in yıllardır Golan Tepeleri için tek kurşun atmayan, bağırıp çağırmaktan başka bir tehdidi bulunmayan Esed rejimi yerine, Suriye halkının demokratik seçimlerle işbaşına getireceği iktidarı tercih etmesi için bir neden yok. İsrail’i karşı cephenin başına yazabiliriz.

Akdeniz’deki tek deniz üssü Suriye’de(Tartus) olan ve bu ülkeye hatırı sayılır bir silah satışı gerçekleştiren Rusya’nın Esed rejiminin gitmesiyle daha buna benzer kaybedeceği çok fazla askeri ve ekonomik konu var. Ayrıca istikrara kavuşmuş bir Suriye-Irak dünya enerji hatlarında büyük bir değişikliğe yol açacağı gibi.

Gelelim (Çin’i yamacına almış) Rusya ile danışıklı dövüş içerisinde Ortadoğu’yu paylaşan, (Avrupa’yı yamacına almış) ABD’ye… 20 sene sonra bile olsa bugünlerde ABD’nin Suriye politikası etrafında neler döndüğünü öğrenmek isterim. Çünkü Amerikan derin devletine kırılma yaşatan bir olay oldu bu Suriye meselesi. ABD’nin içindeki bir kanat, Arap Uyanışı’nın görüldüğü diğer ülkelerdeki gelişmelere paralel olarak Suriye’de yaşanacak bir gelişmenin, kontrolünde tuttuğu petrol kaynaklarının selameti için kendi gözetiminde gerçekleşmesinin anlamlı olacağını düşündü.

Amerikan devleti içindeki diğer kanat en başından beri, Esed sonrası “İslamcılar”ın iktidarını kesin olarak görüyorlardı. Aynı zamanda bu İsrail’in köşeye sıkışması anlamına gelecekti. Yahudi lobisinin de arkaladığı bu kanat, birinci kanadın politikalarına ayak diredi, hatta yeri geldi taş koydu.  Birinci kanada Suriye muhalefetindeki İslamcı liderleri göstererek yaptıkları baskılar, sonuç verdi.

ABD’nin sözde daha geniş muhalif yelpazeyi gösterme, özde İslamcı vitrinden biraz olsun sıyrılma kaygısıyla başlattığı girişim sonucu Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Milli Koalisyonu kuruldu. Maalesef! Suriyeliler yine ABD’nin istediği seçimi tam yapamadılar.

Artık Suriye muhalefetinin ve Türkiye’nin işi daha zor. Ya dünyayı Esed sonrasında gelecek yönetimin “fazla İslamcı” olmadığına ikna edecekler ya da ABD ve Rusya’nın siyasi literatüre “Afganistanlaştırma” olarak soktuğu, ülkeye her yönden tecavüz edilmesine şahitlik edecekler. İslam dünyası için acı ama son derece gerçek bir durum…