Cehennem külhanına giden, zebanilerin nöbet tuttuğu yoldan, yılanların çıyanların arasından geçerek Şeytan’ın başdanışmanın çalışma ofisinin kapısını çaldı.
Hem ortamın sıcaklığı, hem ölmüş olmanın can sıkıntısı ve hem de taşımış olduğu klasörlerin ağırlığından boncuk boncuk terliyordu.
Kapı kendiliğinden açıldı. İçeride çalışan klimanın serinliği yüzüne çarptı. Rahat bir nefes alacakmış gibi göğsünü genişletti ama başaramadı.
Başdanışman incelediği evraklardan başını kaldırarak;
Oooo, hoş geldin. Seni toprak kabul etmemiş diye duymuştum.
Ne toprağı kardeşim, cenazemi yıkayacak, namazımı kıldıracak imam bulamadım. Beni attılar okyanusun en derin çukuruna. Köpek balıklarına yem oldum.
Yani direk geldin. Nedir bu dosyalar?
Savunma evraklarım.
Ne savunması, ne evrakı… Bitti o iş. Seni cehenneme göndereceğim. Emir böyle?
Ne emiriymiş bu? Her şeyi beraber yaptık. Siz olmasaydınız ben bu kadar alçak, aşağılık, şerefsizlikleri tek başına yapabilir miydim? Şimdi kalkmış neler diyorsun.
Yahu, seni alim bir zatsın. Bilmiyor musun ki, herkes kendi yaptığından mesuldür? Nice zalimler, nice bel’amlar, nefsi için dinini satanlar, ahiretini dünyaya değişenler, yeryüzünde fitne, fesat çıkartan lanetliler geldiler, geçtiler buradan. Herkes yaptıklarına suç ortağı olarak bizi göstermeye ne kadar da hevesliydi.
Ben ruhumu Şeytan’a sattım. Onunla görüşmeden burdan şuraya gitmem.
Ohooo! Bilmez misin ki, ruh satma işleri dünyada kaldı. Şeytan ile ben bile görüşemiyorum. Sen nasıl görüşeceksin. Şimdi yapıp ettiklerinle baş başasın. Burada sana kimse yardımcı olamaz.
Nasıl yani, ‘seni kandırdık mı’ diyorsun şimdi bana?
Kandırmak mı, yaptığın her fenalığın karşılığını sana dünyada vermedik mi? Bir elin yağda, bir elin balda yaşamadın mı? Bütün bir dünyaya hükmettirmedik mi sana? Az sabretseydin seni kainat imamı bile yapacaktık. Şeytanın bütün planlarını altüst ettin. Senin dur durak bilmeyen hırsların yüzünden savunması istendi. Sana demedik mi ki, “bizim bile gücümüzün yetmeyeceği, özel korumalı bölge, Türkiye’de darbe yapmaya kalkma.”Demedik mi, “Osmanlı’yı yıkmayı başardık ama kalan topraklar üzerinden kurulan Türkiye; Çanakkale’den, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana melekler tarafından muhafaza ediliyor, başaramazsın. Sen Tanrı buyruğunu dinlemediğin gibi, bizi de dinlemedin. Kafana göre, başına buyruk hareket ettin. Şimdi gitmem diyorsun. Mizan kuruldu. Mahkeme bitti. Gidiyorsun.
Mizanı bensiz mi, kurdunuz. Bu nasıl muhakeme?
Burada işler senin bildiğin gibi yürümüyor. Teknik olarak dünyadan yüz bin yıl ileriyiz. Klasörleri sırtlayıp gelmişsin ya, hakikaten çok komiksin. Bak şimdi, gel yaptıklarını birlikte bakalım. İşte en büyük günahını ekrana yansıttım. Vatana ihanetten müebbet hüküm giymişsin. Hani filmlerde olur ya, iki kişi hararetli bir şekilde tartışırken araya bilgilendirme replikleri koyarlar. Çok sıkıcı olur. ‘Bilirsin’ diye başlatırlar. Ben de şimdi aynısını yapacağım dinle; ‘Bilirsin. Vatan sadece bir toprak parçası değildir. Vatan yeryüzünde cennet diye tesmiye eder. Bu sebepledir ki, şehitler sorgusuz sualsiz cennete alınırlar. Şehadet cennet kokusuna, Cennette şahitliktir. Şehit, müşahittir yani.’ Nasıldı repliğim.
Bırak şimdi repliği mepliği. Ben ne olucam onu söyle. Beni cehenneme gönderemezsiniz.
Bak bir günahın daha en büyük günah. Tanrı’nın seninle konuştuğunu iddia ediyor, insanları böyle kandırıyorsun. Bilmez misin ki, “Bir insan Tanrı’ya konuşursa ona dindar derler, Tanrı bir insanla konuşursa ona şizofren derler.” Baştan ayağa şirke girmişsin.Hem şizofren, hem de müşriksin. Kurtuluşun yok!