ABD’nin bir Yeşil Kuşak Projesi vardı, hâlâ da vardır.
Ortadoğu’da ‘Sosyalist İslâm’ akımının yaygınlaşma tehlikesiyle, başta Rus Ordusu’nun işgal ettiği Afganistan olmak üzere Pakistan, İran, Irak, Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye’nin iktisadi ve siyasi olarak desteklenerek komünizme karşı ‘Ilımlı İslâm duvarı’ örme projesi.
Böylelikle Sovyet Rusya’nın hedefindeki ülkelere komünizm tehlikesi bahanesiyle üsler, radarlar kurdular, iktisadi olarak destekledikleri FETÖ’vari cemaatler vasıtasıyla Müslümanlar’ın birlik, dirlik ve beraberliklerini bozmak için İslâm adına her türlü gayrı İslami faaliyetleri hayata geçirir oldular.
İslâm’ın en başta Müslümanlar’ın ve sonra bütün insanlığın kurtuluşu için vazettiği teklifleri de aşırı İslamcılık veyahut şeriat tehlikesi diye yaftalayarak asıl büyük tehlikeyi bertaraf etmiş oldular.
Yeşil Kuşak Projesi’nin güdümlü cemaatlerinin, İslâm’ın sosyal hayata dair hükümlerini dert etmemeleri, kurulan oyunun senaryosu gereğidir.
Mesela faizin haram ve zekâtın farz olduğundan hiç bahsetmezler.
İslâmi hayat tarzı ile Müslümanlar’ın arasındaki mesafeyi iyice açabilmek için denemedikleri yol kalmadı.
İrtica hortluyor, irtica geliyor diye diye lafız olan şeriat mefhumunun üzerine öyle bir yüklendiler ki; tanklarıyla, toplarıyla, paralarıyla, makamlarıyla, gazeteleri, televizyonları ve sanatın her türüyle, ellerindeki bütün imkân ve şeraiti kullanarak, 28 Şubat da dâhil bütün ihtilallerin, post modern darbelerin yegâne hedefi haline getirdiler.
Her şeyi ama her şeyi denediler ve zihinlerimizden şeriat mefhumunu adeta kazıyarak silip attılar.
İşgal ettikleri sahralarda sözde Şeriatçı DAEŞ ve türevi örgütleri seri olarak üreterek Şeriatçıları vahşi birer kan emici vampir filmlerinin başoyuncusu yaptılar.
Bodruma atılan kör testereler, hücre evlerinde betona gömülen masum insanlar, domuz bağları, sorgusuz, sualsiz, yargısız infazlar, her gün haberleri yapılan, karikatürize edilen, televizyonlarda boy gösteren hırsız, ırz düşmanı, ayyaş, uyuşturucu müptelası hacılar, hocalar, şeyhler, din adamları, ‘keçi çalan imamlar’…
Ve nihayet eli kalem tutanlar da dâhil olmak üzere Müslümanlar’ın üzerinde bir şeriat tedirginliği ve korkusunun baş göstermesi için maddi ve manevi şartları hazırlamış oldular.
Bir mefhum, bir lafız olarak şeriat, manasının çok ötesinde bir ucubeymiş gibi tasavvur edilir hale geldi.
Bunun tek ve gerçek sebebi ise; faizi yasaklıyor, zekâtı yani sosyal fedakârlığı zorunlu hale getiriyor, içkiye, kumara, her türlü ahlaksızlığa karşı dik duruyor olmasından başka bir şey değildi.
Bir hayat tarzı olarak İslâm’ın tekliflerinin, batının ‘hayat tarzına’ karşı olduğu ve batının melanetleriyle savaşmayı, kanlı işgal, insan ve imkân kaynaklarının sömürüsüne karşı direnmeyi göze aldığı için şeriâtı tek hedef haline getirdiler.
Eğer bir memlekette şeriat tehlikesi yoksa bitmek tükenmek bilmeyen emperyalist sömürüden, üç yaşına kadar inen tecavüzcü sapıklıklardan, seri cinayetlerden, faiz, zina, kumar belasından kurtulabilmenin çaresi kalmamış demektir.