Kovid 19 küresel salgınının tüm dünyada ve ülkemizde oluşturduğu etki devam ediyor. “Yeni Normal” denilen normalleşme sürecinin başlamasıyla birlikte kontrollü bir sosyal hayata geçiş kararı alınmıştı. Yeni oluşan normlarda; maske, mesafe ve hijyen adeta parola kelimelerimiz oldu. Fakat yaz aylarında; iş yerlerinin normal çalışma koşullarına dönmesi, turizm sezonun yaşanması ve evlenecek kişilerin düğün telaşıyla birlikte salgında ciddi bir gevşeme yaşandı.

Hükümetimiz bu gevşemeye sosyal ve ekonomik şartlardan dolayı müsaade etti diye düşünüyorum. Tüm çalışma kollarını ve hepimizi ekonomik açıdan dar boğaza taşıyan bu durumu göğüslemek ve salgına dur demek adeta bir dilemma. Ne yardan geçebiliyoruz ne serden.

Salgın döneminde en çok darbe alan alanlardan biri şüphesiz kültür sanat. Kültür sanat sezonu bitmeden başlayan salgınla birlikte ülkenin her yerindeki kültür sanat organizasyonları iptal olmuştu. Bundan dolayı gösteri sanatları alanındaki tüm dallar çok daha fazla etkilendi. Tabi ki sanatçılarımız…

Bu süreçte en fazla yara alan kişiler; tiyatro, sinema ve müzik alanında çalışan sanatçılar oldu. Sahnelerimiz boşaldı. Her gün vefat eden vatandaşlarımızın sayısı git gide artıyor ve tehlikeye karşı tedbirlerimizin artması gerekiyor. Bunun yanında yaşam nasıl devam edecek sorusu üzerinde durmak gerekiyor. Hatta sorulması gereken soru şu: nasıl yaşamaya devam edeceğiz? Yaşamak sadece maaş aldığımız için mesaimizi doldurup karnımızı doyurmak ve nefes alabilmek mi? Ben buna pek emin değilim. Kültür sanat yaşamımızın ana omurgasını oluşturuyor. İlgi alanlarına göre herkes bu pınarın içerisinden yudumluyor. Pınarın akışını kesersek boğazımız kuruyacak, kalbimiz katılaşacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı yeni normal kapsamında maske, mesafe ve hijyen koşullarını işleterek sezona erkenden “merhaba” demişti. Birkaç gün önce İstanbul Valiliği’nin yayınladığı genelgeyle karşılaştık. Yayınlanan genelgede şöyle diyor; “Açık alanlarda yapılacak; konser, gösteri ve festival gibi etkinliklere itibaren hiçbir surette müsaade edilmeyecektir.”

Alınan tedbirler muhakkak sağlığımız ve yaşamımız için çok önemli. Fakat açık alanlarda yapılan etkinliklerin kısıtlanmasına salonlarda yapılan programların eklenmemesi de şaşırttı. Muhtemelen açık alanlarda sosyal mesafeye dikkat edilmeden yapılan bazı eğlenceler bu duruma sebep olmuş olabilir. Gece kulüplerinin boğazın ortasındaki gemilere taşınması da bir sebep olabilir.

Bu genelgeye göre şunu da söylemek gerekir ki açık alanlarda sahnelenen tiyatro oyunlarını mesafeli biçimde izlemek virüsü yayıyor! Fakat toplu taşıma araçlarında dip dibe seyahat etmenin huzurumuzu kaçırmıyor oluşu da çok tuhaf değil mi?

Bu sebepleri bir kenara koyup kültür sanat sezonunu nasıl açacağız diye sorup bu sorunun cevabını aramalıyız. Peki bu soruyu nasıl arayalım? Ya da bu soruyu kim aramalı?

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yerel yönetimlerin kültür birimleri, kültür sanat kurumları ve sanatçılarımız acilen bir kurulda buluşup tavsiye kararlarını almaya başlamalı. Ulusal Pandemi Kurulu’nun tamamlanmayan kısımlarının bu kurulla tamamlanabileceğini düşünüyorum. Eğer kültür sanat kurumları ve sanatçılarımızla kollektif bir biçim geliştirebilirsek belki hem ortak akla hem de kültür sanatın ölmemesine yardımcı olabiliriz.

Sanatçılarımız dediğimizde ne olur sadece çok para kazananları aklınıza getirmeyin! Binlerce sanatçı var ve onlar ekmeklerinin peşinde. Biz de onları daha fazla izleyip sanatla hayatımızı renklendirmenin peşinde olmalıyız.

Sanatçılarımız taş mı yiyelim diyor. Kültür sanat meraklıları kuru kuruya ve korku dolu bir dünyaya mı döndük diye endişe ediyor.

Kültür sanat artık dijital dünyamızı daha çok besleyecek belki, bundan kaçamayız. Kültür sanat sezonu da öyle ya da böyle her sezon açılacak mutlaka.

Bu zor zamanlardan geçerken Tiyatro Sanatçısı Cem Davran, Davran Tiyatrosu’nu kuruyor oluşunu Twitter hesabından duyurdu. Kendisini zor zamanlarda Türk Tiyatrosu’nu ayakta tutma gayretlerinden dolayı tebrik ederim. Alkışınız bol olsun.