Bir yandan iklim değişikliğinin beraberinde getirdiği kuraklık ve su kıtlığı ile uğraşırken, diğer yandan art arda gelen sel felaketleri ile karşı karşıya kaldık. Özellikle geçtiğimiz gün İstanbul’da meydana gelen ve birçok insanın yaralanıp bazılarının hayatını kaybettiği sel felaketinden hala ders çıkaramadık. Arnavutköy, Başakşehir ve Küçükçekmece’de etkili olan yağış ile beraber, altyapısı sağlam olduğu düşünülen yerler de sular altında kaldı.
Demet İlce / Röportaj
Yalnızca İstanbul’da değil, Türkiye’nin birçok ili sellerle boğuşuyor. İTÜ Afet Yönetimi Enstitü Müdürü, İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı ve İTÜ Küresel İklim Değişikliği Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, iklim kriziyle sel felaketinin bağlantısını yorumladı ve Türkiye’de sel felaketinin ciddiye alınmadığını söyledi. Kadıoğlu, Türkiye’de Deprem Yapı Yönetmeliği olduğuna ama Sel Yapı Yönetmeliği’nin olmadığına dikkat çekti. Ayrıca sel felaketine karşı devletin ve vatandaşların alması gereken önlemleri dile getirdi.
İklim kriziyle yaşanan son sellerin bağlantısını yorumlar mısınız?
Sel vb. bir risk = tehlike x maruziyet x etkilenebilirlik gibi üç bileşene bağlıdır. Aşırı yağış vb. meteorolojik tehlikelerin sıklığı, şiddeti ve süresini iklim değişikliği artırıyor. Bununla beraber sel yataklarına yerleşim yani maruziyet çok daha büyük artış göstermektedir. Ayrıca sel tehlikesi olan taşkın yataklarına yapılan yani sele maruz kalacak binaların sıfır giriş ve bodrum katlı yapılmış olması onların etkilenebilirliğinin çok yüksek olduğunu da gösteriyor. Bu durumda sadece tehlikeye bakarak selleri tümüyle iklim değişikliğine bağlamak doğru bir yaklaşım değil. Küresel iklim değişikliği ile beraber, yanlış arazi kullanımı ve zemine uygun bina yapılmıyor olması sonucu neredeyse her yağış ülkemizde sele neden oluyor.
“SEL CİDDİYE ALINSA DERE YATAKLARINA BİNA YAPMAK ENGELLENİRDİ”
Türkiye’de sel olayı yeteri kadar ciddiye alınmıyor mu?
Ciddiye alınmayı bir tanımlamak lazım. Ciddiye alınsa ne yapılırdı? Dere yataklarına bina yapmak engellenirdi ama serbest! Mevcut yasalar yeterli mi? Mevcut yasalara uyuluyor mu? Diye de sorarsanız; hayır. Mesela 1926 yılından bu yana akarsu kıyı/kıyı kenar çizgisi tespiti ve kamu yararına kullanımını düzenleyen bir kanun var ama uyan yok. Sahiller ve kıyılar, iskana açılmış ve özel mülkiyet tarafından işgal edilmiş durumda. Türkiye’de Deprem Yapı Yönetmeliği var ama Sel Yapı Yönetmeliği vb. yok. Yani sahil ve kıyıları işgal edenlerin buralarda nasıl yapı yapması da düzenlenmemiş. DSİ’nin belediyelere gönderdiği görüşler dikkate alınmıyor. Derelerin tapusu bile vatandaşa verilmiş. Böylece dere kenarında dağın tepesine ev yapar gibi sıfır giriş ve bodrum katlı ezbere tabut bina yapılıyor ve ruhsatlandırılıyor. Sanırım bu durumda sel ciddiye alınıyor demek zor, hatta imkansız.
“DERELERİN ETRAFINA SIFIR TEDBİRLİ BİNALAR YAPILIYOR”
Hali hazırda sele karşı yapılan çalışmalar var mı, bunlar neler, bilginiz var mı?
Maalesef şu an günü kurtarmaya yönelik “dere ıslahı” denilen ama ıslahtan daha çok kötüleştiren uygulamalar var. Bu uygulama genellikle dereleri alttan ve yanlardan beton tabuta almak şeklinde oluyor. Böylece sahte bir güvenlik duygusu ile derelerin etrafına daha fazla ve sıfır tedbirli binalar yapılıyor. Türkiye’de köprü ve menfez inşasında da büyük problemler var. Köprü ile geçilmesi gereken yerler bile kibrit kutusu kadar küçük menfezlerle geçilmeye çalışıyor.
Hali hazırda sele karşı yapılan en önemli çalışma Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün 26 havza için yaptığı Taşkın Yönetim Planlarıdır. Ama bu planlarda öngörülen önlemlerin alınmasında ayak süren kurum ve kuruluşlar oldukça işimiz çok zor.
“DERE YATAKLARININ RANTA KURBAN EDİLDİĞİ MESAJINI VERİYOR”
İstanbul’da yaşanan son sel felaketi başta olmak üzere Türkiye’nin birçok ilinde görülen seller bize aslında ne mesaj veriyor?
Çarpık kentleşme ve hızlı-ucuz yapsatçı mantığı ile dere yataklarının ranta kurban edildiği mesajı veriyor. Ama biz yerdeki çarpıklıklara bakmak yerine havaya bakıp “iklim değişti” deyip sucu üstlenmiyoruz. Türkiye’nin her tarafında neresi dere, neresi taşkın yatağı ve neresi sel tehlike bölgesinde olduğu belli değil. Belli olan yerler de fütursuzca iskana açılıyor. Özellikle devlet istimlak masrafından kaçmak için yolları derenin bir kısmını da çalarak dere kıyılarına yapıyor. Vatandaş da bu yolun etrafına ev ve dükkân yaparak sel riski roket gibi yükseltiyor. Böyle Türkiye’nin her tarafındaki kentler büyük bir risk havuzuna dönüştü. Öyle ki kriz yönetimi ile yıkım yara sarma sarmalından da çıkamıyoruz.
“SUYU DÜŞTÜĞÜ YERDE TOPLAMAK GEREK”
Yeni yerleşim olan Başakşehir’de böyle bir felaketin olmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Alt yapı çok geniş bir kavram. Evet örneğin ikamet ettiğim Üsküdar Meydanını sürekli sel basar. Bunun için İBB yağmur sularını toplamak ve tahliye etmek için büyük bir çalışma yaptı. Buna benzer çalışmalar maalesef dere içindeki binaları yerinden etmez, su basma riskini yok edemez. Suyu düştüğü yerde toplamak gerek. Ana arterlere gidene kadar sular birçok binaya zarar verebilir. Özetle Kent Sellerinin yönetimi, ana arterlerde su toplama hatları yapmaktan ibaret değildir. Olayı bütünleşik yani tüm yapısal ve yapısal olmayan önlemler gibi bir bakış acısı ile ele almak, en zayıf halka kadar güçlü olduğumuzu unutmamak gerekir.
“DERE YATAĞINDA BİNA YIKILIP DEPREME DAYANIKLI İNŞA EDİLİYOR”
İstanbul ya da başka bir şehrimizde binaların su basmanı ve imar durumunu belirlemek için 500, 200 ya da 100 yıl gibi “temel taşkın su seviyesi” belirlenmiş değil. Su havzalarında kıyı, temel taşkın su seviyesini sürekli değiştiren dolgu, hafriyat vb sonuçları ölümcül olan faaliyetler serbest. Ayrıca deprem odaklı kentsel dönüşüm de sel tehlikesini kapsamıyor. Yani dere yatağında bina yıkılıp sadece depreme dayanıklı inşa ediliyor. Güya binanın can güvenliği tamam….
“SEL TEHLİKESİ İÇİN DİKKATLİ OLUN’ UYARISININ ANLAMI YOK!”
Sel için GPS sensörleri ve meteorolojik cihazlar var diye biliyorum. Bu sistem Türkiye’de kullanılıyor mu? Kullanılıyorsa İstanbul’daki sel felaketinden önce bu uyarı sistemleri ile bilgilendirme yapıldı mı?
GPS, vb. cihazlar tek başına hiç bir şey ifade etmez. İstediğiniz kadar cihazlara para verin, erken, çok erken vb uyarın. Dere yataklarındaki binaları birkaç gün içinde yerinden alıp başka yere taşıyamazsınız. Erken uyarı genellikle mal kaybını engellemez, önemli ölçüde can kaybını engelleyebilir. Bunun için de halkın sel uyarılarını anlaması ve suyu ayaklarının dibinde görmeden harekete geçebilmesi lazım. Kısmen deprem konusunda bilgilendirilen halkımıza sel konusunda ilk okuldan mezara kadar hiçbir bilgi, eğitim vb. verilmemektedir. Bu yüzden vatandaşa yapılan “sel tehlikesi için dikkatli olun!” uyarısının pek anlamı yok. Bu sadece ilgili kurumların “biz uyarmıştık” demesine yarar. Erken uyarı için radar vb alıp teknolojiye parayı yatırmanın tek başına hiçbir anlamı ve yararı yok. Buna teknoloji fetişizmi bizi hiçbir yere götürmez. Erken uyarının, 1. Risk Analizi, 2. İzleme ve Uyarı, 3.Yayma ve İletişim, 4.Müdahale Kapasitesi gibi dört ayağı birlikte ele alınmalıdır. Körün fil tarifi, tekil ve ezbere işlerle bir yere varamayız, varamıyoruz zaten.
“KENTLERİMİZ ‘SÜNGER ŞEHİR’ OLMALIDIR”
Sele karşı hem devletin hem de vatandaşların alması gereken önlemler neler?
Öncelikle üzerinde çalışılan “Taşkın Kanunun” adı Sel Kanunu olmalı. Böylece sadece akarsu selleri (taşkınları) değil; başta mekânsal yüzeylerin artmasıyla beraber giderek artan kent/şehir (su geçirmez mekânsal yüzey) selleri dahil olmak üzere artık tüm selleri kapsamalı. Ya da Tanımlar kısmında taşkın ve sellerin ayrımı yapılmalı veya taşkın=sel diye düşünülerek taşkın tanımı tüm selleri kapsayacak şekilde “şehir kanalizasyon şebekeleri hariç çeşitli sebeplerle normal şartlar altında kuru olan bir alanın geçici olarak sularla kaplanması” gibi kavram kargaşası yaratılmayacak şekilde yapılmalıdır. Bu konuda TÜBA Teknik Terimler Sözlüğünün esas alınmasında yarar vardır.
Sel Kanunu, bütünleşik afet yönetimini kapsamındaki 1-Taşkın Risk ve Zararlarını Azaltma (Tehlike Analizi (tekerrür, derinlik, hız, vb.), Risk Analizi, Taşkın Önleme, Taşkından Sakınma, Taşkından Etkilenebilirliği Azaltma, Risk Transferi, Uluslararası Risk Azaltma Politikalarına Uyum), 2-Taşkına Hazırlık (müdahale ve risk azaltma-iyileştirme planları, halk ve hizmet içim eğitimler, tatbikatlar), 3-Taşkın Tahmini ve Erken Uyarı (Noktasal ve günlük-saatlik akarsu seviyesine yönelik Tahmin-hazırlan, İzleme-bekle, Uyarı-harekete geç), 4-Taşkın Etki ve İhtiyaç Analizleri, 5- Taşkına Müdahale (Olay yeri yönetimi ve ön iyileştirme), 6-Taşkın Sonrası İyileştirme (orta ve uzun vadeli iyileştirme, yeniden inşa) çalışmalarının tümünü düzenlemeli. Özetle kentlerimiz “Sünger Şehir” olmalıdır.