Son dönemde bitkisel bazlı tedavi yöntemlerine talebin arttığına dikkat çeken İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mahmut Tokaç,“Bitkisel ürünler doğaldır ve zararsızdır anlayışına mutlaka temkinli yaklaşmamız gerekiyor” diye konuştu.
Diriliş Postası Ebru Okanlar/Mülakat
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından da kabul edilen Geleneksel Tıp yöntemleri son dönemde oldukça gündemde. Özellikle Kovid-19 salgının konuşulduğu bu günlerde, vücut direncinin arttırılması, hastalıktan korunma yöntemleri, bağışıklığı güçlendirme gibi kavramlar gündemden düşmüyor. Dr. Mahmut Tokaç, geçmişte yaşanan salgınlar, alınan tedbirler ve geleneksel tıp kavramlarını Diriliş Postası’na anlattı.
Geçmişteki salgınlardan bahseder misiniz? Mevcut salgınla karşılaştırıldığında etki anlamında hangisi ve hangileri ciddi?
İnsanoğlunun varlığından beri pek çok salgın hastalık yaşanmıştır. Ancak bazıları çok sayıda insanın ölümüne sebep olabildiği gibi bazıları da çok yaygın coğrafyada etkili olabilmiştir. Mevcut salgıla karşılaştırdığımızda ölen insan sayısı açısından eski salgınlar çok daha fazla insanın ölümüne yol açmıştır. Örneğin 1346-1353 yıllarıarasında Avrupa’yı etkisi altına alan Veba salgını ki Kara Ölüm olarak adlandırılmıştır Avrupa nüfusunun en az üçte birini yok etmiştir. Yine 20. Yüzyılın başlarında ABD’den başlayarak tüm Avrupa’ya yayılan ve İspanyol Gribi adıyla meşhur olan grip salgınında 50-100 milyon arasında insanın ölümüne neden oldu. Bu sayı birinci ve ikinci dünya savaşlarında ölen insan sayısının toplamından kat kat daha fazladır. Coğrafi yaygınlık açısından ise tarihteki bazı salgınlar neredeyse tüm dünyayı etkilese de ulaşım imkanlarının çok arttığı günümüzdeki salgının ulaçmadığı coğrafya kalmamış gibidir.
Salgınların yayılma sebepleri neler?
Tarihteki salgınların yayılma sebeplerinin en önemlilerinden biri insanların yerleşik hayata geçmesi olarak görülür. Yerleşik sisteme geçişle beraber kentlerin kurulması ve insanların yoğun olarak bir arada yaşamaya başlaması buna karşılık henüz hijyen şartlarının sağlanamaması, temiz su bulunamaması, tuvaletlerin ve kanalizasyon sistemlerinin olmaması, çöplerin toplanamaması, evlerin sağlıksız olması, sosyo-ekonomik koşulların bozukluğu, sağlıklı beslenememe durumları, açlık ve sefalet, iklim değişiklikleri, göçler, doğal afetler gibi sağlığı bozucu şartlar salgınların yayılmasında en önemli etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yerleşik düzene geçerken hayvanların da insanlarla bir arada yaşaması hayvan kaynaklı salgınların sebebidir.
Salgın hastalıkların en sık görüldüğü Ortaçağ Avrupası’nda, düşmanlardan korunmak için yapılan yüksek taş duvarlarla çevrili kalelerde kurulan şehirlerin dar ve pis sokakları salgınların artmasında bir başka etken olarak sayılabilir.Ayrıca ticari seyahatler, askeri hareketler ve hac gibi dini ibadetler dolayısıyla farklı bölgelerden insanları bir araya getiren etkinlikler de salgınların artmasında rol alanönemli sebeplerdendir. Günümüzde yaşanan koronavirüs salgınının yayılmasının en önemli sebebi ulaşım imkanlarınınçok kolay olması ve insanların rahatlıkla çok uzak coğrafyalara uçaklarla ulaşabilmeleri olmuştur. 2020’nin başlarında Çin’de başlayan salgın 1-2 ay içinde tüm dünyaya yayılabilmiştir.
Geçmişteki salgınlar toplumlar üzerinde ne gibi etkileri oldu?
En önemli etkisi görüldüğü coğrafyalarda nüfusu ciddi oranda azaltmasıdır. Ayrıca ekonomik anlamda ülkelerin ekonomilerinin bozulmasına ve bu yüzden bazı devletlerin tarih sahnesinden silinmesine sebep olabilmiştir. Yine salgın hastalıklar siyasi ve askeri güçlerin el değiştirmesine de vesile olabilmiştir. Özellikle Hristiyan Avrupa’da Orta Çağın kapanmasının sebebi olarak görülen Rönesans’ın başlamasının gerekçesi olarak Kara Ölüm diye adlandırılan veba salgını görülmektedir.
Kovid-19’un seyri hakkında öngörüleriniz var mı? Bu salgın nereye kadar sürer?
Açıkçası bu konuda çok iddialı sözler söyleyecek kadar Korona virüs hakkında bilgi sahibi değiliz. Ancak şunu rahatça söyleyebiliriz ki tedbirlere harfiyen uyduğumuz taktirde süreç daha kısa olacaktır. Ama maalesef gördüğümüz manzara toplum olarak tedbirlere yeterince uymadığımız ve bu yüzden de daha çok uzayacak gibi duruyor. Tabii sadece bizim ülke olarak uymamız da yetmemekte. Dışarıdan gelecek yeni vakalara karşı da tedbirli olmamız gerekmektedir.
Süre anlamında geçmiş salgınlarla bu salgını değerlendirir misiniz?
Geçmiş salgınlar geçip bittiği için ne kadar sürdüklerini biliyoruz ama bunun ne zaman sonlanacağını şimdilik bilemiyoruz. Belki kısa sürede bitecek belki de eski salgınlardan çok daha uzun süreli olacaktır. Bu sorunun cevabını ancak ileride salgın hastalıkların tarihini yazacaklar verebileceklerdir. Tahminimi soruyorsanız tamamen bize bağlıdır şeklinde söyleyebilirim. Ne yazık ki gördüğüm manzara hiç de iç açıcı değil bu hususta.
Şu günlerde insanlar neleri yanlış yapıyor? Nerede kaybediyoruz ve salgının yayılmasında hatalarımız neler?
Az önce de söylediğim gibi yeni normalleşmeyi tümüyle normalleştik gibi algılamamız en büyük yanlışımız oldu. Bu virüs maalesef tedbir elden bırakılırsa çok kolay yayılabiliyor ve birçok insanın ölümüne yol açabiliyor. Özellikle yaz aylarında seyahatler, ziyaretleşmeler, düğünler, cenazeler, taziyeler, kutlamalar gibi insanların bir araya toplandığı etkinliklerin artması salgının tam da kontrol altına alındığı sanılırken yeniden hortlamasına yol açmıştır. Kesinlikle korunma tedbirlerini ciddi bir şekilde uygulamamız gerekiyor. Nedir bu tedbirler derseniz aslında her yerde ifade edilen Maske, Mesafe ve Temizlikten ibarettir.
Geleneksel ve tamamlayıcı tıp modern tıbbın alternatifi midir? Modern tıpçılar neden geleneksel tedavi yöntemlerine mesafeli duruyorlar?
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılan tanıma göre Geleneksel tıp; “fiziksel ve ruhsal hastalıklardan korunma, bunlara tanı koyma, iyileştirme veya tedavi etmenin yanında sağlığın iyi sürdürülmesinde de kullanılan, farklı kültürlere özgü teori, inanç ve tecrübelere dayalı -izahı yapılabilen veya yapılamayan- bilgi, beceri ve uygulamaların bütünüdür.” Eğer kullanılan yöntemler bir ülkenin kendi geleneklerinin parçası olmayan ve hâkim sağlık sistemine entegre olmamış sağlık uygulamaları yelpazesini kapsıyorsa o zaman “tamamlayıcı tıp” olarak adlandırılır. Bu itibarla geleneksel ve tamamlayıcı tıp modern tıbbın alternatifi değildir. Bu yüzden hepsini kapsayan bir ifade olarak “geleneksel ve tamamlayıcı tıp” terimini tercih ediyor ve “GETAT” olarak kısaltıyoruz. Modern (klasik) tıp hekimlerinin bir kısmı GETAT uygulamalarına şiddetle karşı çıkarken maalesef GETAT uygulayıcılarının bir kısmı da klasik batı tıbbı uygulamalarına karşı olabilmekte ve her iki tarafta yer alanların birbirlerine karşı aşırı genellemelerde bulunmaktadırlar.
TV’lerde kendisini fitoterapist olarak tanıtan bir yığın isim dolaşıyor. Farklı bitkisel yöntemler tavsiye ederek insanları yönlendiriyorlar. Neredeyse magazinsel hale gelmiş bu tür tedavi tavsiyelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Modern tıbbın tedavi yöntemleri olan sentetik ilaçların iki ucu keskin bıçak gibi bir yandan tedavi ederken diğer taraftan zararlı etkilerinin olması dolayısıyla toplumda doğal olan bitkilere yönelik bir eğilim vardır. Bu eğilimi kullanan bazı kötü niyetli kişiler doğal bitkilerin zararsız olduğu propagandası ile kişileri kendilerine yönlendirmekte ve kendi hazırladıkları bitkisel karışımları yüksek fiyatlarla pazarlamaktadırlar. Ancak unutulmamalıdır ki bitkilerin de zararlı etkileri olabilmektedir. Özellikle içeriği tam belli olmayan ve Tarım Bakanlığından izinli bitkisel preparatların bazılarının içinde sentetik maddeler tespit edilmiştir. O yüzden bitkisel ürünler doğaldır ve zararsızdır anlayışına mutlaka temkinli yaklaşmamız gerekiyor.
Bitkisel bazlı doğal drogların birçoğu yurt dışı menşeili. Halbuki Türkiye’nin doğal bitki çeşitliliği açısından çok zengin olduğu söyleniyor. Türkiye bitki zenginliğini yeterli düzeyde tedavi alanına aktarabiliyor mu?
Tam da yüreğimin acıdığı bir noktaya temas ettiniz. Ülkemiz bitki çeşitliliği açısından dünyadaki ender yörelerden biri. Türkiye’deki endemik bitki çeşitliliği tüm Avrupa’dan kat kat fazla. Ancak acı olan taraf bu çeşitliliği değerlendiremiyor olmamız. Gerçi bu hususta gayretler de yok değil ama henüz istediğimiz seviyeye ulaşabilmiş değiliz. Bu konuyu sürekli gündemde tutup bilimsel çalışmalarla önce bitkilerimizi kullanıma hazır hale getirmemiz, klinik araştırmalarla bu bitkileri sağlığımızı koruma ve düzeltmede kullanabilir olmamız, sonrasında da tüm dünyaya bu ürünleri satabilir hale gelmemiz en büyük temennimizdir.