Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde “AB Türkiye’den kopma gayreti içerisinde. Bu gelişmeler karşısında değerlendirmemizi yaparız. Sonra gerekirse AB ile yolları ayırabiliriz.” dedi. Ankara Hacı Bayram Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şuay Nilhan Açıkalın da Türkiye-AB ilişkilerini ve olası AB üyeliğinin sonlanması durumunda yaşanacakları Diriliş Postası’na değerlendirdi.

DİRİLİŞ POSTASI / GÖKHAN EREK

Türkiye ile Avrupa Birliği'nin ilişkileri 31 Temmuz 1959'da Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığı ortaklık başvurusu ile başladı. AET Bakanlar Konseyi'nin başvuruyu kabul etmesi sonrasında 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalandı. Ancak aradan geçen onca zamana ve Türkiye’nin çoğu şartları sağlamasına rağmen Türkiye- AB ilişkileri inişli çıkışlı bir şekilde ilerlemekte. Türkiye’ye yönelik alınan kararlar ise şaşırtıcı boyutta. Türkiye ve AB ilişkileri uzun zamandır durmuşken bu sene hareketlilik başladı. Yaşanan hareketliliğin İsveç’in NATO’ya üye olarak alınmak istenmesinden kaynaklı olduğu da düşünülüyor.

“Brüksel ve üye ülkelerin Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı ile süreç adeta durmuş durumdaydı”

Ankara Hacı Bayram Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şuay Nilhan Açıkalın, 1963 Ankara Antlaşması’ndan itibaren Türkiye’nin AB üyeliği açıkçası hiçbir zaman teknik olarak ilerlemediğini belirtip, “Bölgesel ve küresel gelişmeler sürecinde siyasi ve jeopolitik olaylarla şekillendi. Müzakerelerin başlaması ve Gümrük Birliği de buna dahil. Son 20 yılda ise Türkiye-AB ilişkileri farklı zaman dilimlerinde iniş çıkışlara tanıklık etti. AK Parti, AB’ye tam üyelik hedefiyle Türkiye tarihindeki en önemli yasal, yönetsel düzenlemeleri gerçekleştirdi. Bunun ötesinde sivil toplumun gelişmesi ve demokratikleşme açısından önemli adımlar atıldı.” şeklinde konuştu.

Gezi Parkı Olayları sonrasında ve 15 Temmuz Darbe Girişimi ile birlikte karşılıklı güvenin sarsıldığını belirten Doç. Dr. Açıkalın, “Sonraki yıllarda Brüksel ve üye ülkelerin, Erdoğan karşıtlığı üzerine kurguladıkları bir Türkiye politikasıyla süreç adeta durmuş durumdaydı.“ dedi.

“Brüksel - Ankara Arasındaki İlişki Ukrayna – Rusya Savaşı’ndan sonra hareketlendi”

Brüksel-Ankara arasındaki ilişkinin yeniden hareketlenmesinin aslında Ukrayna - Rusya Savaşı ile birlikte ortaya çıktığını aktaran Doç. Dr. Açıkalın, sözlerini şu şekilde sürdürdü, “Türkiye’nin, savaşın ilk gününden itibaren arabulucu rolü ve enerji başta olmak üzere her alanda kilit ülke olması AB için oldukça önemli. Elbette NATO ve Avrupa’nın güvenliğinde Türkiye’nin varlığı yadsınamaz bir gerçek. Bu bağlamda AB ile son dönemde ilişkilerin hareketlenmesini çok boyutlu süreçlerin sonucu olarak görmek lazım.”

“Türkiye’ye verilen olumsuz tepkilerde manipülasyonlar etkili!”

AB geçtiğimiz aylarda Türkiye ile ilgili olumlu açıklamalar yapmış ve Türkiye’yi Avro Bölgesi’ne dahil edebileceklerini söylemişti. Ancak son günlerde negatif açıklamalar söz konusu oldu.

Doç. Dr. Açıkalın, AB’nin Türkiye’ye son yıllarda hep kriz bazlı yaklaşım sergilediğini hatırlatıp, “Ukrayna-Rusya Savaşı da yeniden böyle bir süreç ortaya çıkardı. Açıkçası enerji başta olmak üzere çok geniş alanlarda işbirliği yapmak, AB açısından oldukça önemli bu gerçeklikte olumlu bir yaklaşım benimsemelerine neden olmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Vilnius NATO Zirvesi’nde yaptığı özellikle AB vurgusu da Türkiye’de pozitif bir hava oluşturdu.” İfadelerine yer verdi.

AB tarafından rapor ile gelen olumsuz adımın, şaşırtıcı olmadığını söyleyen Doç. Dr. Açıkalın, “Bir yaptırım etkisinin olmadığı gerçeğini de göz önüne almak lazım. AB tarafından zaman zaman Türkiye’ye verilen olumsuz tepkilerin bazı üye ülkelerin manipülasyonu ile de oluştuğunu hatırlatmak lazım.” diye konuştu.

Avrupa Parlementosu’nun Türkiye Raporu’nu ciddiye almaya gerek yok!”

Türkiye’nin, özellikle Tahıl Koridoru Anlaşması’ndaki rolü göz önüne alındığında AB’nin, Türkiye ile aldığı kararlarda blöf yapıp yapmadığı da net olarak bilinmiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ukrayna ve Rusya Savaşı’nın başladığı ilk günden itibaren iki tarafla da görüşebilen tek lider olduğunun altını çizen Doç. Dr. Açıkalın, ifadelerine şu satırları ekledi “Bu gerçeklikle beraber, barışı sağlamaya çalışan ve bu bağlamda Tahıl Koridoru Antlaşması’yla hem gıda hem de Karadeniz güvenliğini sağlamayı başardı. Bu iki bağlamda da Türkiye’nin, AB için yadsınamaz bir ortak olduğu açık.”

AB’nin, Türkiye’ye yönelik sahip olduğu dar bakışı açısı ve stratejik körlüğünü henüz aşamadığını söyleyen Doç. Dr. Açıkalın, sözlerini şu şekilde devam ettirdi “Burada önemli bir ayrım yapmak gerekir. Bazı üye ülkeler, Türkiye konusunda görüş ayrılıklarına sahip. Bu da AP Raporu’nun çok da anlamlı olmadığını ve ciddiye alınmaması gerektiğini bir kez daha kanıtlamış oluyor bize.”

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’ye verdiği tepkiyi iyi okumak lazım!”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Vilnius zirvesindeki pozitif açıklamalarını hatırlatan Doç. Dr. Açıkalın, “AP’nin böyle bir raporu kabul etmesi elbette tamamen negatif bir hava yarattı. Bir kere daha altını çiziyorum, AP raporunun, bağlayıcı bir etkisi yok ancak üslup ve içerik açısından kabul edilmesi mümkün olmayan taraflı ve çelişkili bir rapor elbette oluşması beklenen pozitif havaya şimdilik ket vurmuş durumda.” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’ye verdiği tepkiyi iyi okumak gerektiğini belirten Doç. Dr. Açıkalın, “AB 20 yıl içerisinde maalesef değişen ve gelişen Türkiye’yi anlamadı. Türkiye’ye parmak sallayan ya da haddini aşan hiçbir yaklaşımın burada ne siyasi ne de toplumsal karşılığı olabilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemiyle beraber son yıllarda Türk toplumunun AB üyeliğine olumlu bakma oranı da oldukça düşük.” diye konuştu.

AB’ye üye olmanın avantaj ve dezavantajları!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AB ile ilgili son açıklamaları ve AB’nin Türkiye’ye yönelik gerçekleştirdiği hamlelere bakınca AB’ye üye olmanın Türkiye’ye artı ve eksilerinin ne olacağı da gündemdeki sıcaklığını koruyor.

Avrupa Birliği’nin, ulusüstü organizasyon olduğunu hatırlatan Doç Dr. Açıkalın, ifadelerine şu satırları ekledi “Üye devletler belirli politika alanlarında egemenlik haklarını üst bir mecraya bırakmak zorundalar. Avantaj ve dezavantajları tartışmadan, en kritik noktalardan birisi bu. Bununla beraber kısaca özetlemek gerekirse; en büyük avantajı ekonomik açıdan olacağını söylemek mümkün. Sonuçta AB, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı halen ve küresel ticari anlaşmalar, yatırımlar açısından önemli bir katkı vadediyor.”

Güvenlik ve dış politika alanlarında Türkiye’nin, AB’ye katkısının ise asıl en önemli nokta olduğunu belirten Doç. Dr. Açıkalın, sözlerine şu şekilde devam etti “Bu noktanın uzun vadede Türkiye’nin dış politika ve güvenlik politikalarını olumlu mu olumsuz etkileyeceği önemli. Çünkü Brüksel maalesef küresel ve bölgesel konuların çözümünde ortak karar olmak konusunda geç refleks veren bir aktör.“

İki önemli öncelik: Gümrük Birliği ve Vize Serbestisi

Türkiye ve AB tarafından karşılıklı açıklamalara bakınca bundan sonraki sürecin nasıl ilerleyeceği de merak ediliyor.

Doç. Dr. Açıkalın, 5 Ekim tarihinde Grenada’da Avrupa Siyasi Toplantısı’nın gerçekleşeceğini hatırlatıp, sözlerini şu şekilde şürdürdü “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, buraya katılıp katılmayacağı oldukça önemli ve belirleyici olacak. Ama bunun ötesinde Türkiye’nin iki önemli önceliği Gümrük Birliği ve Vize Serbestisi olduğunu vurgulamıştık. İlk olarak, Gümrük Birliği tamamen teknik bir süreç, olası güncelleme alternatiflerinin hiçbiri müzakere süreçleri içerisindeki başlıkları kapsamıyor. Bu noktada, uzun yıllardır altyapısı hazırlanmış bu güncellemenin iki tarafın sadece teknik süreçle halledebilir. Bu noktada AB tarafının olumlu bir adımıyla süreç hemen hızlanabilir. İkinci olarak, Vize Serbestisi daha zorlu ve çetrefilli bir siyasi süreç gerektiriyor. Malum Türkiye terörle mücadele konusunda yasaları değiştirmeyeceğini ifade etmişti. Bu bağlamda alınabilecek en hızlı sonuç öğrencilere ve belirli meslek gruplarına öncelik ve kolaylık sağlanması olabilir.”

AB ile ilişkileri en iyi anlatan metafor: Evlenemeyen Nişanlılar!

AB ile şuan müzakere sürecinin neredeyse donmuş durumda olduğunu aktaran Doç. Dr. Açıkalın, “AB tarafının Türkiye’ye bir süredir açıkça başka bir format arayalım çağrısı da gündemde. Önceki yıllarda imtiyazlı ortaklık gibi kavramlar ortaya atılmıştı. Ana hedefin tam üyelik olduğunu hatırlatıp Türkiye’nin ikinci sınıf bir yaklaşımı asla kabul etmeyeceğinin altını çizmek lazım.” dedi.

Türkiye’nin aday ülke olması hasebiyle Erasmus ve IPA (Katılım Önce Finansmanı) gibi birçok programdan da faydalandığını hatırlatan Doç. Dr. Açıkalın sözlerine şu şekilde devam etti, “Bu kapsamda birçok sektörde altyapı ve üstyapı projeleri başarılı şekilde hayata geçiriliyor.”

AB ile sürecin ne olacağına dair konuşmanın henüz erken olduğunu söyleyen Doç. Dr. Açıkalın, sözlerini şu şekilde sonlandırdı,  “Hem Cumhurbaşkanımızın gelecek günlerdeki açıklamaları hem de AB tarafından yeni gelecek adımlar önemli bir belirleyici olacak bundan sonrası için. Son bir anektod olarak maalesef ki AB ile ilişkileri en iyi anlatan metafor evlenemeyen nişanlılar benzetmesidir. AB ve Türkiye bu çıkmazdan çıkabilecek mi yeni bir süreç mi başlayacak hep beraber göreceğiz.“