İklim krizi hiç olmadığı kadar özellikle 2023 yılında en çok konuşulan konular arasında yerini aldı. Bir yandan aşırı sıcaklıklar buzulların erimesine ve su seviyesinin yükselmesine neden olurken, öte yandan bazı ülkelerde kuraklık boy gösteriyor. Ülkemizde ise su kaynaklarının 2100 yılına kadar %20-30’lara varan oranlarda azalabileceği öngörülüyor. 2030 yılında sulanan tarım alanlarının %78’i su açığı riskiyle karşı karşıya kalması da beklentiler arasında.

İklim değişikliğinin neden olduğu en büyük sorunların başında ‘su krizi’ geliyor. Özellikle son 5 yılda yaşadığımız aşırı sıcaklıklar sonrasında, kuraklık ve su kıtlığı kavramları daha çok hayatımıza girdi. Diriliş Postası’ndan Demet İlce’ye konuşan Su Yönetimi Genel Müdürü Afire Sever, 2100 yılına kadar ülkemiz genelinde ortalama sıcaklıklarda 4-6 derece artacağı, toplam yağışlarda genel olarak bir azalma yaşanacağı, toplam kar örtüsünde azalmaların yaşanacağı, bazı havzalarımızda ciddi su açığı yaşanacağını söyledi. Kuraklık "en zarar verici ve en az anlaşılan doğal afetler arasındadır" diyen Sever, 2030 yılına kadar nüfusun %49’unun su açığı riskiyle karşılaşacağını belirtti. Peki, iklim değişikliğinin neden olduğu kuraklık ve su kıtlığına karşı ülkemizde ne gibi önlemler alınıyor?

“SON 5 YIL 170 YILIN EN SICAK DÖNEMİ”

İklim değişikliğinin özellikle su kaynaklarımızda nasıl bir etkisi olmasını bekliyorsunuz? Bu doğrultuda Türkiye’de kuraklığın önüne geçmek için neler yapılıyor?

Su Yönetimi Genel Müdürü Afire Sever, iklim değişikliğinin nedenlerini ve sonuçlarını sıralayarak, bu konuda neler yapıldığını şu sözlerle aktardı:

Sanayi devrimi ile birlikte fosil yakıtların yoğun bir şekilde tüketimi, arazi kullanımındaki değişiklikler ve ormansızlaşma gibi faaliyetler atmosferdeki sera gazlarının miktarında artış meydana getirmiş ve dünyanın iklim sisteminde değişikliklere yol açmıştır. 2021 yılında yayınlanan Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 6. Değerlendirme Raporuna göre Dünyanın sanayi devrimi öncesi dönemine göre 1,09 °C ısınmış olduğu ve son 170 yılın en sıcak döneminin ise geçtiğimiz son beş yıl olduğu vurgulanmaktadır. Günümüzde iklim değişikliği tüm dünyanın gündeminde yer alan ve dünyayı büyük ölçüde tehdit eden önemli bir çevre/ kalkınma sorunu olarak yerini almıştır.

Ülkemizin de yer aldığı Akdeniz havzası, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı en kırılgan bölgelerden biri olarak görülmektedir. Ülkemiz iklim değişikliğinin sebep olduğu yağış rejimlerindeki değişiklikler ve sıcak hava dalgalarına bağlı aşırı ve ani yağışlar kadar yağış azlığı ile de karşı karşıya kalmakta ve bu nedenle taşkın ve kuraklık gibi su miktarına bağlı afetler kadar, su kalitesine yönelik de etkilerle mücadele etmek durumunda kalmaktadır. Bu itibarla ülkemiz, sürdürülebilir kalkınma amaçları çerçevesinde, sahip olduğumuz su ve toprak kaynakları ile diğer doğal kaynakların etkin, verimli ve çevreye en az etkiyi yapacak şekilde kullanılması ve bu bağlamda bütünleşik yönetilmesi esasında bütünleşik su kaynakları yönetimi” yaklaşımını benimsemektedir. Bu doğrultuda Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından, bütünleşik su kaynakları yönetiminin en etkin şekli olan havza ölçekli yönetim esasında, iklim değişikliğinin etkileriyle mücadele etmek ve gerekli uyum tedbirlerini belirlemek maksadıyla planlama ve uygulama faaliyetleri gerçekleştirilmektedir.

Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından 2016 yılında tamamlanan “İklim Değişikliğinin Su Kaynaklarına Etkisi” çalışması ile tüm havzalarımız için 2100 yılına kadar Ülkemizin gelecek dönemde beklenen iklim projeksiyonları elde edilmiş, her bir havzanın gelecek dönemde yerüstü ve yeraltı sularında nasıl değişiklikler beklendiği tespit edilmiştir.

“SU KAYNAKLARI 2100 YILINA KADAR %20-30 ORANINDA AZALACAK”

Yapılan çalışmalar sonucunda 2100 yılına kadar ülkemiz genelinde ortalama sıcaklıklarda 4-6 derece artacağı, toplam yağışlarda genel olarak bir azalma yaşanacağı, toplam kar örtüsünde azalmaların yaşanacağı, bazı havzalarımızda ciddi su açığı yaşanacağını tespit ettik. Tüm bu hususlar göz önüne alındığında su kaynaklarımızın 2100 yılına kadar %20-30’lara varan oranlarda azalabileceğini öngörüyoruz. Bu durum bize su kaynaklarının korunması, verimli ve sürdürülebilir şekilde kullanılmasıyla ilgili planların ve su politikalarının hayata geçirilmesinin önemini bir kez daha göstermektedir. 

“HER YIL YAKLAŞIK 55 MİLYON İNSAN KURAKLIKTAN ETKİLENİYOR”

Kuraklık su kıtlığı, çölleşme, toprak yapısı, nüfus göçü, enflasyon ve gıda arzını etkiliyor. Kuraklıkla mücadele kapsamında neler yapılmalı?

Son 10 yılda doğal afetlerden kaynaklanan tüm belgelenmiş afetlerin %80-90'ının sel, kuraklık, tropik siklonlar, sıcak hava dalgaları ve şiddetli fırtınalardan kaynaklandığı belirten Sever, kuraklıkla mücadele kapsamında neler yapılması gerektiğini şöyle aktardı:

“İklim değişikliğinin neden olduğu artan sıcaklıklar, zaten kuru olan bölgeleri daha kuru, nemli bölgeleri ise daha nemli hale getirmektedir. Kurak bölgelerde bu, sıcaklık yükseldiğinde suyun daha hızlı buharlaşması ve dolayısıyla kuraklık riskini artırması veya kuraklık sürelerini uzatması anlamına gelir ortaya konmuştur.

Her yıl küresel olarak yaklaşık 55 milyon insanın kuraklıktan etkilendiği ve kuraklığın dünyanın hemen her yerinde hayvancılık ve tarım açısından en ciddi tehlikeyi oluşturduğunu söylemek mümkündür. Kuraklık insanların geçim kaynaklarını tehdit etmekte, salgın hastalık ve ölüm riskini artırmakta, kitlesel göçleri tetikleyebilmekte ve en önemlisi etkileri küresel boyutta olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2021 yılında yapılan bir araştırmaya göre, yağış rejimlerindeki düzensizliğe bağlı su kıtlığı, dünya nüfusunun % 40'ını etkilemekte ve yaklaşık 700 milyon insan 2030 yılına kadar kuraklık nedeniyle yerinden olma riskiyle karşı karşıya bulunmaktadır.

Nasıl tanımlarsanız tanımlayın, kuraklık vakası oluştuktan sonra müdahale etmek çok zordur. Dünyadaki olağanca modern teknoloji ve teknik aygıtlar, dört yıl süren düşük yağışlardan sonra 2021 yılında Kaliforniya’da yaşanan kuraklığı ve buna bağlı olarak kuyuların boşalmasını durduramadı.

Ülkemiz; kurak ve yarı kurak iklim şartlarının karakteristik özelliklerinden dolayı kuraklık afetine karşı oldukça duyarlı bir yapıda bulunmaktadır. Kuraklık sadece çevresel bir sorun olmayıp, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve politik bir çerçevede de değerlendirilmesi gereken çok boyutlu bir problemdir.

Kuraklık "en zarar verici ve en az anlaşılan doğal afetler arasındadır". Yavaş yavaş ilerleyen, ciddi sosyo-ekonomik ve çevresel etkileri nedeniyle sinsi afet olarak tanımlanan kuraklık afetinin etkili bir şekilde yönetilebilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, kuraklık yönetimi hususunda kriz yönetimi anlayışından ziyade risk yönetimi anlayışının benimsenmesi büyük önem taşır.”

KURAKLIKLA NASIL MÜCADELE EDİLİR?

Kuraklıkla mücadele kapsamında su kaybının nasıl önüne geçilmesi gerektiğine değinen Sever, “2023 yılı sonu itibariyle Ülkemizdeki tüm havzalarda Kuraklık Yönetim Planları tamamlanacaktır.” dedi. Sever, şunları söyledi:

“Altyapısal gelişimin sağlanması, tarım sektörü başta olmak üzere bütün sektörlerde su kaybının azaltılarak verimli su kullanımının yaygınlaştırılması, bireysel su kullanım farkındalığının oluşturulması, gri su kullanımı ve yağmur suyu hasadı gibi alternatif su kaynaklarının ve depolama kapasitelerinin artırılması ve bununla beraber çölleşmeyle mücadele ve ağaçlandırma faaliyetlerinin geliştirilmesi ile kuraklık etkilerinin azaltılması mümkündür. Bu alanlara yönelik eğitim, farkındalık artırıcı çalışmaların yanı sıra, kuraklığa karşı direncin artırılmasına yönelik çalışmalar ve bu çalışmaların saha uygulamaları hayata geçirilmelidir.

Bu kapsamda; ülkemizde iklim değişikliğinin etkisiyle birlikte daha şiddetli hissedilmeye başlanan kuraklık zararlarının asgari seviyeye indirilmesi ve su/gıda arzında sıkıntı yaşanmaması maksadıyla Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından havza ölçeğinde Kuraklık Yönetim Planları hazırlanmaktadır. Söz konusu planlar 23 havzada tamamlanmış olup 2 havzada (Aras ve Çoruh Havzaları) çalışmalara devam edilmektedir. 2023 yılı sonu itibariyle Ülkemizdeki tüm havzalarda Kuraklık Yönetim Planları tamamlanacaktır.

Kuraklık Yönetim Planları kapsamında gerçekleştirilen kuraklık analizleri, iklimsel ve hidrolojik çalışmalar, sektörel etkilenebilirlik analizleri ve kuraklık haritaları kullanılarak kuraklık öncesinde, esnasında ve sonrasında yapılması gerekli tedbirlerin belirlenmesi, iyileştirme ve müdahale etme gibi çalışmaların planlanması ve yönlendirilmesi hedeflenmektedir.

“TEDBİRLER İLE İSTANBUL’UN 9, ANKARA’NIN 23, KONYA HAVZASI’NIN 23 YILLIK SU İHTİYACI KARŞILANACAK”

Kuraklık Yönetim Planları kapsamında belirlenen tedbirlerin uygulanması ile yılda 10.962 hm3 su tasarrufu sağlanabilecek olup bu miktar İstanbul ilinin 9 yıllık su ihtiyacına, Ankara ilinin 23 yıllık su ihtiyacına veya Konya Havzasının 2 yıllık toplam su ihtiyacına eşittir.

Ayrıca, su kaynaklarımızın entegre yönetimi kapsamında havza ve alt havza ölçeğinde bütün kuraklık şartları (normal durum, hafif, orta, şiddetli ve çok şiddetli kuraklık) dikkate alınarak su kaynaklarının kullanımının doğru planlanması, suyu kullanan sektörler (içme-kullanma suyu, çevresel su ihtiyacı, tarım, sanayi, turizm, hayvancılık, maden, jeotermal vb.) arasında dengeli su paylaşımı ve su kullanımından elde edilecek faydanın en üst seviyeye çıkarılması maksadıyla Sektörel Su Tahsis Planları hazırlanmaktadır. Söz konusu planlar 7 havzada (Seyhan, Konya, Akarçay, Gediz, Küçük Menderes, Burdur ve Büyük Menderes) tamamlanmış olup, 10 havzada çalışmalar devam etmektedir.

Sektörel Su Tahsis Planlarında, ‘suya göre tarım’ ilkesinden hareketle gıda güvenliğini de dikkate alarak çiftçilerin ve gıda sektörünün ihtiyaçları göz önüne alınarak ürün deseni belirlenmekte, en az sulama suyu kullanımı ile maksimum gelir elde edilmesine yönelik optimum bitki deseni ve sulama zaman planlaması belirlenmektedir. Bitki deseni optimizasyonu ve sulama planlaması ile tarım sektörünün su ihtiyacı önceden belirlenerek net gelirin arttırılması ve yaşanabilecek olan kuraklık koşullarında, üreticilerin azalan yeraltı ve yerüstü su kaynakları ile karşı karşıya kalmaları durumunda üretime devam etmelerinin sağlanması hedeflenmektedir.”

“2030’A KADAR NÜFUSUN %49’U SU AÇIĞI RİSKİYLE KARŞILAŞACAK”

Şu an Türkiye su kıtlığı yaşıyor denilebilir mi?

“Ülkelerin su potansiyellerini, nüfus oranlarına göre değerlendiren Uluslarası Falkenmark indeksine göre de kişi başına 1700 m³ su kullanımında su sıkıntısı olmadığı, 1000-1700 m³  arası su stresi, 500-1000 m³ arası su kıtlığı, 500 m³ altı mutlak su kıtlığı şeklinde sınıflanmıştır.” diyen Sever, 2030 yılına kadar nüfusun %49’unun su açığı riskiyle karşılaşacağını belirtti. Sever’in değerlendirmeleri şu şekilde:

“Su kaynaklarının korunması ve verimli kullanılmasına yönelik gerekli tedbirler alınmadığı takdirde 2022 yılı itibarıyla ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarının 1.313 metreküp olup bu değerin 2050 yılında nüfus artışı ile birlikte 1.069 metreküpe kadar düşmesi beklenmektedir. Uluslararası göstergelere göre ülkemizin bugün su stresi altında olduğu, yakın gelecekte ise su kıtlığı çeken bir ülke durumuna geleceği öngörülmektedir. Gereken önlemler alınmazsa 2030 yılında toplam nüfusumuzun %49’u, sulanan tarım alanlarının ise %78’i su açığı riskiyle karşı karşıya kalacaktır. 13 havzamızda gerekli önlemler alınsa dahi 2030 sonrasında su açığının oluşması beklenmektedir.

Bahsedilen tüm bu risklere karşı su kullanıcısı tüm sektörler için acil bir eylem planının oluşturulması ve toplum genelinde su verimliliği kültürünün oluşturularak kaynaklarımızın sürdürülebilir kullanımının teşvik edilmesi zaruri hale gelmiştir. Ülkemizde her alanda suyun verimli kullanılması, kaynaklarımızın sürdürülebilirliğinin sağlanması ve gelecek nesillere aktarılması gayesi ile Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayelerinde, Sayın Bakanımız İbrahim Yumaklı’nın liderliğinde "Ulusal Su Verimliliği Seferberliği'' başlatılmıştır. "Suda sıfır kayıp"  sloganıyla başlatılan seferberlik çalışmaları kapsamında; sektörel kullanımlarda su kayıplarının önlenmesi, suyun verimli kullanılmasını sağlayan teknoloji ve uygulamaların yaygınlaştırılması, bireysel ve kurumsal farkındalığın artırılması, su ayak izinin azaltılması, yağmur suyu, gri sular, kullanılmış sular gibi alternatif (geleneksel olmayan) su kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması hedeflenmektedir.

2023 Ocak ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın öncülüğünde gerçekleştirilen Tanıtım Toplantısı’yla resmi olarak başlatılmış Ulusal Su Verimliliği Seferberliği kapsamında pek çok çalışmanın yürütülmesi planlanmaktadır. İlk olarak Tanıtım Toplantısında da ilan edilen ve toplumun bütün kesimlerinde su verimliliği kültürünün oluşturulması hedefinin sağlanmasında ulusal yol haritasının belirlenmesi maksadıyla hazırlanan “Değişen İklime Uyum Çerçevesinde Su Verimliliği Strateji Belgesi ve Eylem Planı” 4 Mayıs 2023 tarihli Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanlığı Genelgesiyle yayımlanmıştır. Bu çerçevede su verimliliğine ilişkin stratejiler ve eylemler 4 ana başlık altında toplanmıştır. Bu başlıklar; kentsel su verimliliği, tarımsal sulamada su verimliliği, sanayide su verimliliği ve bütün sektörleri etkileyen verimlilik bileşenlerini kapsayan çatı bir belge niteliğindedir.”

“2100’E KADAR İÇME SUYUNDAKİ KAYIPLAR %10’A İNDİRİLECEK”

Sever, 2100 yılına kadar içme suyu sistemlerinde su kayıpları oranının %10 seviyesine indirilmesi, tarımsal sulama sistemlerinde randıman oranının %75’e çıkarılması, sanayide kullanılan suyun en az %50 oranında yeniden kullanımının sağlanması ve kişi başı su tüketiminin günlük 75 litreye düşürülmesini hedeflediklerini belirtti. Bu kapsamda hedeflere ulaşılabilmesi adına izlenmesi gereken stratejiler ve eylemler belirlendiğini, 2030 yılına kadar belirtilen hedeflere ulaşılması ile yıllık 13 milyar metreküp su tasarrufu sağlanmış olacağını aktardı.

“ARITILMIŞ SULARIN YENİDEN KULLANIM ORANI 2030’DA %15’E ÇIKACAK”

Alternatif su kaynakları ile ilgili yapılan çalışmalar neler?

Alternatif su kaynaklarına ihtiyacın her geçen gün arttığını dile getiren Sever, “Ülkemizde 2023 yılında %5 olan arıtılmış suların yeniden kullanılma oranının 2030 itibariyle %15’e çıkarılması hedeflenmektedir.” İfadelerini kullandı. Sever, konuya ilişkin şu açıklamalarda bulundu:

“İklim değişikliğinin su kaynaklarına etkisi, nüfus artışına bağlı olarak su kullanımlarının artması ve mevcut su kaynaklarının kirletilerek kullanılamaz hale gelmesi, tüm dünyada alternatif su kaynakları kullanımını zorunlu hale getirmekte, alternatif su kaynaklarına olan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Almanya, Singapur gibi birçok ülke alternatif kaynakların kullanımını zorunlu hale getirmiştir. Fransa ise 2030 yılına kadar su kullanımının %10 azaltılması ve atık suyun arıtılması ve yeniden kullanılmasının %1’den %10’a çıkarılmasını hedeflemektedir.

Bu konuda ülkemiz genelinde de önemli çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Gelecekte Türkiye’nin karşılaşması muhtemel su kıtlığı durumu ile mücadelede kullanılmış suların yeniden kullanılması önemli stratejik hedeflerden biridir. 25 havzamızda  “kullanılmış suların yeniden kullanım alternatifleri” değerlendirilmiş olup bu çalışma ile ülkemiz genelinde evlerde, sanayide, enerji üretiminde ve tarım sektörlerinde kullanılan suların yeniden kullanımına yönelik olarak alternatifler ortaya konulmuştur. Yapılan çalışmalar sonucunda ülkemizde yılda 5,7 milyar m3 kullanılmış suyun yeniden değerlendirilmesinin mümkün olduğu tespit edilmiştir. Uygun kaliteye getirildikten sonra kullanılması önerilen kullanılmış sular ile yaklaşık 325.000 ha tarım alanının ve 1,5 milyar m2 peyzaj alanının sulamasının yapılmasının mümkün olacağı belirlenmiştir. Tüm kullanılmış su kaynaklarının değerlendirilmesi ile yılda 3,3 milyar m3 suyun tarımsal sulama, 49 milyon m3 suyun peyzaj sulamada, 378 milyon m3 suyun sanayide, 2 milyar m3 suyun çevresel kullanımda, 57 milyon m3 suyun yeraltı su kaynaklarının beslenmesinde ve 34 milyon m3 suyun ise içme suyu olarak dolaylı kullanımda değerlendirilmesi önerilmiştir."

İklim değişikliğine karşı direncimizin artırılması maksadıyla gri suyun kullanımı, yağmur suyu hasadı gibi alternatif su kullanımları üzerine de çalışmaların devam ettiğini belirten Sever, şunları söyledi:

“Yağmur suyu hasadı çatı, kaldırım gibi geçirimsiz yüzeylerden akışa geçen yağmur suyunun toplanarak bahçe sulama, sifonlar, araç yıkama gibi amaçlarla yeniden kullanılması veya toprağa sızdırılarak tutulmasıdır. Toplanan yağmur suları arıtıldıktan sonra sifon suyu, bahçe sulama, araç yıkama, zemin temizliği ve çamaşır yıkama gibi işlemlerde kullanılabilir.

Gri sular ise duş küvet, lavabo, mutfak, bulaşık ve çamaşır makinesi kullanımından kaynaklanan siyah su (tuvalet ve fosseptik) haricindeki tüm evsel atıksuları ifade etmektedir. Toplanan gri sular arıtıldıktan sonra sifon suyu, bahçe sulama, araç yıkama, zemin temizliği ve yangın söndürme gibi işlemlerde kullanılabilmektedir.

Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen “Su Kaynaklarında İklim Değişikliğine Uyum” çalışmaları kapsamında “Yağmur suyu hasadı”, “gri suyun kullanımı” ve “su fiyatlandırması” faaliyetlerinin bölgelere ve çalışma alanlarına göre değişen uygulama maliyetleri ve uygulama detaylarının ortaya çıkartılmış, tüm büyükşehirlerde eğitim faaliyetleri gerçekleştirilmiş, kamunun kullanımı amacıyla 10 adet tip proje hazırlanmıştır. Bu uygulamaların yaygınlaştırılmasına yönelik teknik ve idari çalışmalar devam etmektedir.”

“GÜNLÜK KİŞİ BAŞI 5 DAMACANA SU KADAR TASARRUF MÜMKÜN”

Su kıtlığına karşı vatandaşların üzerine düşen görevler neler?

Sever, su kıtlığına karşı vatandaşların yapması gerekenleri şöyle sıraladı:

“Bireysel su kullanımlarımızın 2021 yılı ülke ortalaması 146 lt/kişi/gün olup, bu miktarın 2050 yılına kadar kademeli olarak 100 lt/kişi/gün seviyesine indirilmesi hedeflenmektedir. Bireysel olarak, günlük ihtiyaçlarımızdan ödün vermeden; el yıkarken veya diş fırçalarken suyun gereksiz akıtılması, bulaşık veya çamaşır makinalarında ön yıkama yapılması ve tam dolu çalıştırılmaması, duş sürelerinin uzun tutulması gibi basit görünen yanlış kullanım alışkanlıklarının değiştirilmesiyle günlük kişi başı 93 litreye, başka bir deyişle 5 damacanaya kadar suyu tasarruf etmemiz mümkündür.”

Sever,  azalt, yeniden kullan ve değiştir stratejisi ile ilgili ise şunları aktardı:

“Su Verimliliği Seferberliği kapsamında tüm su kullanıcı gruplarında, (1) azalt, (2) yeniden kullan ve (3) değiştir olmak üzere üç önemli stratejinin hayata geçirilmesi planlanmaktadır. Öncelikle “azalt” stratejisini hayata geçirerek suyun israf edilmeden ihtiyacı kadar kullanılması, “Yeniden kullan” stratejisi ile suyu olabildiğinde kullanım döngüsü içinde yeniden kullanılması, örneğin; meyve-sebze yıkadığımız sularla bitkileri sulamak, lavabolarda oluşan gri suları sifon ve zemin temizliğinde kullanmak gibi, “Değiştir” stratejisi kapsamında ise mevcut cihaz, proses ve aparatların ya da yöntemlerin suyun verimli kullanılmasını sağlayacak muadilleri ile değiştirilmesi önerilmektedir. Bu bağlamda azalt – yeniden kullan – değiştir stratejisinin bütün sektörlerde yaygınlaştırılması için çalışmalar sürdürülmektedir.

Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından bu stratejilere yönelik talimatnameler hazırlanmış olup 81 il kurum ve kuruluşlarına iletilmiş olan bu talimatnamelerle bireysel ve tarımsal su kullanımları için uygulanabilecek pratik su verimliliği tedbirleri ortaya konulmuştur. Ayrıca sanayide suyun verimli kullanımına yönelik olarak, farklı ürün çeşitlerine ve özelliklere sahip pilot tesislerin incelenmesi neticesinde suyu en çok tüketen gıda, tekstil, ana metal/makine, kimya sektörü başta olmak üzere 35 ana sektörde, 152 farklı adet rehber dokuman hazırlanmıştır.”

Su ayak izi nedir, bunu azaltmak için neler yapılmalı?

"Su kaynaklarımızın sürdürülebilir kullanımı ve gelecek nesillere yeterli su kaynaklarının bırakılabilmesi için bireyler olarak su ayak izimizi azaltmamız gerekmektedir. Su ayak izi; su tüketimimizi, -yani sebep olduğumuz su kullanımını ve kirliliğini- ölçen en kapsayıcı göstergedir. Bu açıdan bakıldığında su ayak izinin yalnızca musluktan akan su, kaynaktan tarlaya alınan su ya da görünen su kullanımı olmadığını, aksine suyla ilgili doğrudan ve dolaylı; iç ve dış bütün tüketimlerin su ayak izine sebep olduğu net bir şekilde görülmektedir. Su ayak izi, yalnızca direkt su tüketimimizi değil; satın aldığımız ürünlerin içeriğindeki su tüketimini, ithal ürünlerle birlikte başka coğrafyalarda sebep olduğumuz su ayak izini de ifade etmektedir. Dolayısıyla su ayak izimizi azaltmak için musluktan akan suyla birlikte günlük tüketim alışkanlıklarımızı da gözden geçirmemiz gerekmektedir. Vatandaşlarımızın su ayak izlerini ölçebilecekleri su ayak izi modülümüzü suverimliligi.gov.tr adresimizden kullanıma sunmuş bulunmaktayız.“