Önce, 35-36 yıl öncelerde, İran’da Şahlık düzeninin yere çarpılıp İslam İnkılabıHareketi’nin başarıya ulaştırıldığı günlerde, caddelerin kenarlarında, duvarlarda o görkemli inkılabın lideri İmam Khomeynî’den, büyük harflerle yazılmış bir düşündürücü bir sözü aktarayım:

’Amerika İngiltere’den beterdir! İngiltere, Şûrevî’den (Sovyetler Birliği/ Rusya’dan) beterdir! Sovyet Rusya, Amerika’dan beterdir! Hepsi, birbirinden beterdir!.’

Bu yazılardan bir diğeri de daha heyecan verici bir temenniyi dile getiriyordu:’Vahdeh..- Vahdeh.. İslamiyye.. (İslamî Vahdet, İslam Birliği..)’ 

*

Şimdi, bu sözlerle, değineceğimiz konunun ne gibi bir ilgisi var demeye bile insanın acı çekmeden değinmeye dili varmıyor..

Sözün burasında hemen Türkiye’nin dışsiyaseti de sorgulanabilir, -tabiî, sorgulanmalıdır da..-

Çünkü, doğrudur ki Türkiye, 60 küsur yıldan beri Amerikan –kapitalist emperyalizminin vurucu gücü olan NATO denilen bir askerî paktın üyesi.. Osmanlı geçmişinden bu yana, son 200 yıldan bu yana da, genel dışsiyaset  çerçevesi, Batı dünyası ile  birlikte olmak şeklinde belirlenmiştir..

Bu düzen, henüz de kırılabilmiş değil.. Ama, en azından, geçmişte olmayan bir şekilde, ilk kez, NATO dünyasına direnilmeye, kendine göre kurmaya çalıştığı düzenlemelere hemen teslim olmamaya çalışan, direnen bir Türkiye var bugün..

Bunu hele de şu Suriye Buhranı sırasında, NATO dünyasının, Türkiye’yi Suriye’ye kendi planlarına göre sürmek için hazırladığı plana karşı çıkmasıyla ve kendi şartlarını ileri sürmesi ve onlar yerine getirilmedikçe, oyuna girmeyeceğine dair kararlılığıyla gösterdi, Türkiye..

*

Ama, sözün başında güzel duvar yazılarından örnekler verdiğimiz ülkeye gelince..

Bugün, o duvar yazılarından bir iz kalmış mıdır, ayrı mes’ele.. Ama, Rusya ile birlikte, Suriye’yi daha bir hâk ile yeksan etmenin bütün argümanlarını devreye soktu..

Yıllar öncesinden beri ise, Lübnan- Hizbull…  hareketinin binlerce savaşçısını da devreye sokmuştu. Ama, bugün kendisinin de, Hizbull…’ güçlerinin de Esed’i ve Suriye Baas rejimini kurtarmaya artık yetmediği anlaşıldı.

O yardımlarını da, Suriye’deki hükûmetin kendilerinden yardım istediğine dayandırıyordu.

Eğer bu gerekçe her zaman mâkul olsaydı, Şah da bu görüşe dayanarak, müttefiklerini, İran’a davet edip, iktidarını sürdürmeye çalışmaz mıydı?

Ama şimdi, Şahlık düzenini zulmüne feryad edenler, şimdi Suriye’de Baas ideooljisi üzerine kurulu, kan dökücü bir Baas rejimini ve Esed Hanedanı’nı vargüçleriyle destekliyorlar!.

Ve yine de etkili olamayınca, Suriye’deki başarısızlıklarının suçunu da Türkiye’nin üzerine yıkıyorlar; bu ülkenin, Esed karşıtı güçlere destek verdiği iddiasına tutunuyorlardı.. Halbuki, Türkiye’nin Suriye’yle 900 km.lik bir ortam sınırı ve 100 yıl öncesine kadar da 400 yıllık bir birlikte yaşanmış bir ortak hayatı vardı. Buna rağmen, Suriye’de direkt askerî bir harekete tevessül etmemişti..

İran ise, Suriye’ye en yazık noktasında, 280 km. uzaktaydı. Buna rağmen, burada tekrarı bile elem verici olan ve, Esed ve mensubu olduğu, en fazla yüzde 15’i bulmayan bir inanç grubuna mezhebî yakınlık ihtimallerine ya da bazı türbelerin saldırılardan korunması gibi iddialara sığınarak, Suriye Baas rejimini vargücüyle korumaya çalışıyordu..

O kadar ki, Hizbull.. lideri Hasan Nasrullah, ’Biz olmasak Esed rejimi iki günde çökerdi..’ diyordu, yıllardır.. Gerekçe de, –güyâ- İsrail’e karşı direniş cebhesini desteklemek idi.. Halbuki, İsrail ise, Netanyahu’nun daha geçenlerde, Putin’le Moskova’da yaptığı görüşmelerde, İsrail’in asla zayıf duruma düşürülmeyeceğine dair garantileri tekrar alıyordu.

*

Ama, Lübnan- Hizbull..  örgütünün yüzlerce, binlerce savaşçılarının hayatına mal olmasına mukabil, netice alınamıyacağını şimdi daha bir anlamış bulunuyorlar.

Ve, son 4 sene boyunca, İran medyası, defalarca, ’Beşşar Esed’in Suriye’de nihaî zaferini ilan etmek üzere olduğu’  şeklindeki iddialarla dopdolu geçmiş; bu uğurda, ve eski asker diye tanıtılan yüzlerce- binlerce İranlı, girdikleri savaşlarda öldürüldükleri için, cenazeleri İran’a getirilmiş, ’şehîd’ denilerek ve ’tekbîr’  sadâlarıyla defnedilmişti, defnediliyor..

(Bu vesileyle, kimyasal silahlar kullanan bir rejimin ağır âkıbetlerle karşılacaşağına dair bir söz söyleyen Hâşimî Refsencanî bile, hemen Amerikancı diye susturulmak istenmiş ve  Suriye’ye giden bir molla da, bir gazeteye verdiği röportajda, ’Biz halkımıza doğruyu söylemiyoruz. Esed güçlerinin filan şehri geri aldığını söylüyoruz da, bu şehrin muhalif güçlerin eline geçtiğini halkımıza duyurmamıştık ki.. Dahası, Suriye Ordusu, aynen Şah ordusu gibi kendi halkının düşmanı!’ dediği için, o röportajın devamı gelmemişti.)

*

Bütün bunlar yetmedi..

Sonunda, 22 Eylûl 2015 günü, İran- Irak Savaşı’nın 35.yıldönümü dolayısiyle İran C. Başkanı Hasan Ruhânî yaptığı açıklamada, ’güçlü İran’dan söz ediyor; ’Irak ve Suriye’de askerlerinin, inkılab muhafızlarının (pasdarlarının) ve besicî denilen milis güçlerinin bulunduğunu açıkça beyan ediyor ve dahası, bölge ülkelerinden kendilerinden yardım isteyenler olursa, onların yardımına da koşacağığını’ da ilan ediyordu. Yani, bu durum, âdetâ, bir güç zehirlenmesi yaşandığının ilâmı gibiydi..

*

Ve, şimdi.. Artık, İran ve Hizbull.. örgütünün binlerce savaşçılarının ve milis güçlerinin o kadar savaşmalarına rağmen, sonuç alamıyacakları; kezâ,  Amerika ve müttefiklerinin aylardır süren bombardımanlarının da netice vermeyeceği anlaşılınca.. Rusya, hem de İran ve Irak hava sahasından geçerek, ve bu zamana kadar yaptıklarının ötesinde beklenmiyen bir şekilde Esed’in ve Baas rejiminin iktidarda tutulması uğrunda, züccâciye dükkanına giren bir fil gibi girdi devreye..

*

Rusya.. Suriye Buhranı’na öyle bir bodoslamadan daldı ki, Putin’in Gürcistan Saldırısı’nı da unutturdu, Kırım’ı yutmasını da  ve Ukrayna’daki diğer koparma çabalarını da..

Şimdi ise, Rusya, Akdeniz’e gönderdiği savaş gemileriyle yetinmeyip, İran ve Irak üzerinden Suriye’ye geçirdiği savaş uçakları ve helikopterleriyle, var gücüyle Suriye’yi bombardıman ediyor.. Ki, bu savaş uçaklarının, Rusya’nın eski müttefiki Bulgaristan bile kendi hava sahası üzerinden geçmesine bile izin vermemişken.. İran üzerinden geçmesine itiraz bile edemedi..

O da yetmedi..

7/ 8 Ekim gecesi, Rusya, Hazar Denizi’ndeki savaş gemilerinden ve İran üzerinden ve Irak haıva sahası üzerinden geçen 2.000 km. menzilli güdümlü füzeleriyle  Suriye’deki hedefleri dövdü..  Bu hedeflerin koordinatlarını, Beşşar Esed ve Hizbull..ve İran güçleri belirlemişti..

İlginçtir, 7 Ekim günü, İran medyası, ’İran ordularının sevgili serdarı, /komutanı’  Qaasem Suleymanî’nin Putin’le görüştüğüne dair iddiaların tekzib edildiğini duyuruyordu.. Sanki, birlikte hareket etmek için görüşme şartmış gibi; hele de bugünkü müthiş iletişim teknolojisi çağında..

*

Üstelik, Rusya zâten hafta başında Rusya, İran, Irak ve Suriye arasında istihbarat paylaşımı konusuna dörtlü bir işbirliğine gidildiğini açıklamıştı..

Şimdi, Rusya, IŞİD/ DAİŞ savaşçılarını hedef aldığını iddia ederek, gerçekte ise, Esed rejimine karşı kim karşı çıkıyorsa, bütün o muhaliflerin hepsine birden, kendisine verilen koordinatlara göre, uzaktan -yakından bombardımanlarını yapıyor, füzelerini ateşliyor. (Ki, Tayyîb Erdoğan, Kurban Bayramı öncesinde gittiği Moskova’da Putin’le görüşürken, Putin’in, ’Esed rejimine karşı olan bütün muhalif unsurları terörist saydığını, ve sonra durumu kurtarmak için, sözü değiştirmeye çalıştığını’ söylemişti..)

Bugün gelinen noktada  Amerika ve NATO dünyası, aylardır kendilerinin ve müttefiklerinin elde edemediği başarının şimdi Rusya eliyle sağlanmasının kaygılarını duymaya başladı. Ve Rusya gövde gösterisi yapıyor, en yeni silahlarını ve silah gücünü sergiliyor. Ama, NATO’nun bir büyük karşılaşmayı ve hattâ bir 3. Dünya Savaşı’na bile müncer olabilecek gelişmeleri göze alıp almıyacağını kestirmek için belki ve henüz vakit erken..

Ama, Rusya, artık Suriye’yi kendi ülkesinden bile sayıyor. Nitekim, 1 Ekim günü, Rusya devlet televizyonunda hava raporu okuyan spiker,’Bugünden itibaren Suriye, bir başka Rus bölgesi olup hava durumuna dahil edilmiştir’ diyor, 3 Ekim günü yayınlanan hava durumunda bir savaş uçağı görüntüsünün önünde duran bir kadın sunucu da, ’Hafif bulutlar uçuşu zorlaştırmayacağı gibi, güdümlü silah sistemlerini de etkilemez. Esasen, uzmanlar Suriye’de operasyon zamanının çok iyi seçildiğini belirtiyor” demekten de kendisini alamıyordu.. Yani, bir savaş’ın bütün gerekleri yerine getiriliyordu.

*

Ukrayna’ve Gürcistan’daki saldırılarından çok daha ileri ve Amerika’yı ve bütün NATO dünyasını gaafil avlayan Putin Rusyası, diplomatik satranç kurallarına da riayet ediyor gözükmekte ve Amerika, İngiltere, Türkiye, Suudî ve İran’la görüşerek mes’elenin çözüm yolunu aramaya hazır olduğunu açıklamakta..

Ama, gerçek şu ki, bugün ezilen sadece Suriye coğrafyası değildir. İran ve Irak’ın hava sahası da, artık, Rusya’nın oyun alanıdır.. İran ve Irak da esir alınmıştır.. Onlar ki, Türkiye’yi NATO’nun emrinde olmakla suçlarlar..  Ki, Türkiye, NATO’ya yine de direnmeye çalışır. Bu ülkeler ise, bir emr-i vâkı’ile, evet, bir ’de facto’ , bir oldu-bitti durumu ile karşı karşıya getirilmişlerdir.

Ve, İran duvarlarında, 36-37 yıl öncelerde var olan, ’Vahdeh- Vahdeh İslamiyye…’ ya da ’Amerika İngiltere’den, İngiltere Rusya’dan, Rusya Amerika’dan, ve hepsi birbirinden  beterdir..’ yazılarından bir şey kalmış mıdır, bilmem; ama, tablo, kahredicidir.. Pragmatizmin bütün temel inanç değerlerimizi böylesine rehine alacağı da herhalde beklenemezdi..

Rusya’nın İran’ı perişan ettiği ve sosyal bünyesini çok derinden sarstığı savaşlar sonunda imzalamak zorunda bıraktığı için, İran halkının dilinde, henüz de ’qarardadha’y-ı nengîn’ (utanç verici andlaşmalar) diye anılan -200 yıl öncelerdeki- Türkmençay ve Gulistan Andlaşmaları’nın ağır neticelerini değil; Rusya’nın daha yakın zamanlarda bile, Batı’nın baskısı üzerine, kendisini nasıl yaya bıraktığı, yarınlarda da yaya bırakabileceği; hatırlanır veya hatırlanmaz; ama, İran’lılar ’Tarihte ilk kez Doğu Akdeniz’e ulaştık..’ diye öğünürken, bugün gerçekte, Rusya’nın  Hazar Dezini üzerinden de Akdeniz’e ulaşmasında İran sadece bir  köprü ve bir sırtına binilen bir binek olmaktan öteye bir konumda değildir, artık..

*

Bu vesileyle belirtelim, Amerika,’lılar demek ki kendilerine verilen koordinatları vurmakta Rusya ve müttefikleri kadar başarılı değiller..

Nitekim, Afganistan’da Kunduz’u işgal ele geçiren Tâliban güçlerini oradan çıkarmak için Afganistan hükûmetine yardım adı altında, şehri bombardıman eden Amerikan güçlerinin bir hastahaneyi yerle bir edip, birçok doktor, diğer sağlık personeli ve hastayı katletmesi bu beceriksizliğni bir yeni işareti..

Amerikan emperyalizmi kendisini mâzur göstermek için, bin dereden bahaneler getirecektir, elbette.. Putin de niye gerekçe bulmasın kendi saldırılarına..

*

Dünya,  İkinci Dünya Savaşı öncesindeki gibi bir durumla karşı karşıya…. Almanya’yı âdetâ sihirleyen karizmatik lider Adolf Hitler inisiyatif üstünlüğünü ele geçirmiş; İngiltere ve Fransa gibi muarızları ise, ’Aman, daha ileri gitmeyin de ağır bir durum meydana gelmesin!’ diyerek, Hitler’in her atağını mütebessim tavsiyelerle karşılıyorlardı.

Ve amma, sonra.. Savaş, kaçınılmaz olmuştu..

*