Her şey hepimizin gözünün önünde cereyan etmekte. Meşruiyetini kaybetmiş bir dünyada yaşıyoruz. Gelenekten, toplumdan, paylaşılan anlamdan kendimizi kopardık. Özgüvenlerimizi mesnetsizce şişiriyor, tüketimciliğin ekmeğine yağ sürüyoruz. Bizler modern çağın kör noktalarına düşerek aslında kendimizin de bir kör noktaya dönüştüğünü görmekten aciziz. Mücadelemiz dünyayı değiştirmek değil, dünyanın bizi değiştirmesine engel olmak, olmalı. Başarabilecek miyiz ya da başarabiliyor muyuz tam bir muamma.

Eskiden şehir denince akla oranın tarihi ve güzel yerleri akla gelirdi. Şimdi ise kocaman bir şantiyeler akla geliyor. Örneğin; İstanbul denince akla Galata Kulesi, Kız Kulesi vs. gelirdi, şimdi ise İstanbul denince akla hafriyat kamyonu geliyor. Betonlaşıyoruz!

Eskiden “sen bu maaşla nasıl geçiniyorsun?” dediğin zaman “köyden geliyor” derlerdi. Böyle bir hayat vardı, şimdi böyle bir hayat yok. Bunu da yok ettik. Zamanın değiştirme ve dönüştürmesine yenik düştük. İthal ikameci sermayenin tam saha kapitalizme geçiş aparatı olarak kullanıldı, gelenek ve göreneklerimiz. Özel alanlarımızı daraltan, kişisel zaman kavramını yok eden, yaşama hızımızı artıran iletişim teknolojilerinin esiri olduk.

Günümüzde ruh sağlığı profesyonellerinden yardım talep etme nedenleri arasında “benlik bozuklukları” üst sıralara tırmanmıştır. Günümüz toplumunda ailenin öneminin azalması bireylerin yakın çevresinden devşirmiş olduğu rahatlatıcı benlik nesnesi deneyimlerini yoksullaştırmakta ve bu durum, narsistlik bozuklukların artmasına yol açmaktadır. Böylelikle bireyciliğin yükselişi kendini tüm çıkarların nesnesi olarak algılamasını sağlamıştır. Yaşadığımız çağın adı bencillik çağıdır. Martin Seligman’ın deyimiyle birey toplumdan uzaklaşarak “haz adacıkları”na dönüşen pazar ekonomisinin pençesine düşmektedir.

Cesareti hamasetle, hüznün melankoliyle, ciddiyetin katılıkla, vakurluğun kibirle ve sabrın suskunla suçlanmadığı bir zamanda tüm bu olumsuzlukları aşıp tekrar biz olacağımızdan şüphem yok. Çünkü böyle bir savruluşun ortasında bize düşen, her şeye rağmen hakkı ve sabrı tavsiye etmektir.