Paris önce yabancı oluşunu fısıldar mekânların esaretine asi olsan da. Burada özlem bir dizeye taşınmak gibidir. Dağınıklığı ve cesaretsizliği hangi uzantıya eklerseniz, orada yokuş olur şehir. Diri olmayı, ölümü anışı ömrün sahifelerine serpiştirip, yaşamayı yaşamdan kıskanmak gibidir şiirin ahengi burada Gitmek ve kalmak arasına mesafe oluşu, Paris’in görünmeyen yüzü öğretir. Şairlerin acısı ile şiirde buluşmak, göğü seyrederken adsızlık ile inatlaşmak hepsi kentin kasvetli perdesinden uzaklaşmak içindir. Şiirin içinde anne sesi gizlidir. Uzaklık mütemadiyen canı yakandır. Arka fondaki acı ile hesaplaşmaktır, Paris’te şiir. Ekmek için savaşan gözler, romantizm seyrinde kaybolan göz bebekleri. İkisini de şiire fısıldamak, dünyanın yorgunluğunda dinlenmek gibidir. Sokakları süsleyen manolyaların kışkırtıcı güzelliğini yaşadığım bugünlerde, şiirden bir gözün beni takip ettiğini hissederken, Baudelaire’in ‘Kötülük Çiçekleri’ ile irkiliyorum adeta. Özellikle günbatımlarında dostlar ile Sen nehrinde şairlerinden dizeler paylaşmak, içteki susuşları yoklamak gibidir. ‘çıkalım! Yoruldum artık kendimden’ diyen edip Cansever’i anarken, kentten çıkamamanın sancısını paylaşırız. Dünyadaki ilk sesimiz ağlama. Bu ortak tepki ile şiirde dans etmek, ağlayışa geri dönmek midir diye sorgulatır insanı bazen. On iki yıl önce bir müşterim, iki şiir defteri geldi iş yerine. Yaşlı amca şiirlerini okumamı istiyordu. Defterin sayfalarını titizlikle açışı ve elinin şiir için titreyişi, bugün gibi aklımda. Bu manzara bir defa daha düşündürdü, milletçe şiire olan tutkuyu. Kim bilir kaç kişinin sayfasını açmaya kıyamadığı, şiir defterleri saklıdır hatıra sandıklarında. Doktorundan, avukatına, gazetecisinden, işçisine hemen hemen her meslek grubundan birçok kişinin yayımlatmadığı, kendine özel kıldığı şiirleri vardır. Bazen ukde bazen de özenti ile dokunur parmak uçları şiire. Bir bilinmezlik ile şiir ne istiyor diye düşünmeyi akıldan geçirmeden, herkes şiir olmak istiyor. Yarasına âşık duygusal bir milletiz ve yarayı şiir temizlesin istiyoruz. Duyguların kundağına sarılıp, şiirden bir ev inşa edip oraya konuşmak, dertleşmek ve susmak! Belki de anlaşılmak ihtiyacını böyle karşılıyor insan. Fıtrata koşmak, yani arayışa. Modern çağın sıkışmışlığından, kurtulmanın bir yolu gibi şiir birçoğuna göre. Ruhu adama ve aldatma! Boşluğu popülizm ritminde doldurmak. Amacın, araca dönüşmesi. Hedonizmin devleşen dalgalar ile ruha yerleşmesi. Ve bu popülist kültür içinde, öz kültürün başkalaşım geçirmesi. Evet, hızlı yaşam şiiri de tüketiyor. Güzel olan her şey yok oluyor. İncelikler tek tek koparılıyor ruhtan. Oysa şiir ölümü tattırır. Yokluğa sarar insanı. Bir başka üşürsün, kımıldayamazsın. Gizlenişi ifşa etmek gibidir şiir. Bir üst dildir, inceliktir, samimiyettir, anlayıştır ve sevgidir. Ruh inceliğinin tekâmül sanat olan, duygu dokuyuşu şiir; emek, anlayış, saygı, vefa sorumluluk yani insan olmanın inceliğini ister. Dünya şiir gününde, şair İsmet Özel’e acil şifalar diliyor ve bugünün penceresine İsmet Özel’den bir dize bırakıyorum: “Acılar çekebilecek yaşa geldiğimde/Acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.”
Kalbinize emanetsiniz…