13 Kasım akşamı Manisa- Akhisar Özgürder’in bir toplantısına katılmak üzere İzmir- Adnan Menderes Havaalanı’na indim.

Akhisar oraya yaklaşık 100 km. mesafede, kocaman bir ilçe.. Yaklaşık 120 bin nüfuslu..

İstanbul’dan İzmir’e uçakla 40 dakikada ulaştıktan sonra Akhisar’a yoğun trafikte 3 saatte varmak epeyce bir mes’eleydi..

Konferans salonu olarak Akhisar Belediye’nin Meclis Salonu ayarlanmıştı.

Konuşma yapacak olan kişinin hemen arkasındaki duvarda kocaman bir ‘tek adam’ kabartması vardı.

Yani, onun bakışları altında, onun psikolojik egemenliğini kabul ederek konuşacaksınız!

Böyle bir görüntüden rahatsız olsanız bile artık o saatte yapılacak bir şey yok..

Akhisar Belediyesi, üç dönemdir AK Parti’de imiş..

Halkın genel olarak memnun olduğu söyleniyor..

Yine de, yukardaki tablonun korunması ilginç.. Resmî ideoloji dayatmasının gönüllü olarak herkese sunan Belediye yöneticilerinin bir işgüzarlığı diyelim..

Aynı durum İstanbul’da da belediyelerin hemen her konferans salonunda da farklı şekillerde mevcud..

Bir bayrak, bir bez parçasına işlenmiş ‘tek adam’ profili..

Salon epeyce dolu..

Genç- yaşlı, ve kadın-erkek, oldukça kalabalık bir kitle, o duvardaki kabartmanın manevî himayesi altındaymışçasına okunan Kur’an ve meâlini dinleyerek başlayan proğramı ve anlatılan konuları ilgiyle izliyorlar.

‘Anlatılacak konular o kabartmada temsil edilen görüşlere aykıtı olursa n’olur? ‘ diye düşünmeye gerek yok.. Çünkü genellikle o tablodan pek de rahatsız olunmuyor.. Öylesine kanıksanmış ve tabii sayılıyor.

Ama, dinleyicilerin eğitim seviyelerinin konuşmacıyı zorlayacak kadar ileri olduğu kısa zamanda anlaşılıyor.

1,5 saatlik bir sunum.. Arkasından bir saat kadar da sorulu-cevablı bir bölüm.. Ve sonra, Özgürder’in kendi merkezinde, başta Özgürder Başkanı Ahmed Düzgün ve sekreter Hüsameddin Yılmaz, ve Ali Soylu, İrfan, Sabri ve İmdat beyler ve Silvan’lı 12 yaşındaki Yusuf Varol ve ağabeyi ve de babası, Hüdapar’ın ilçe başkanı, Umutkapısı isimli derneğin yöneticileri, Saruhanlı İmam Hatib Lisesi Md. ve diğer seçkin kardeşler başta olmak üzere 40-50 kadar insanın katıldığı ve iki saat kadar süren daha özel bir sohbet..

Akhisar’ın ekonomik açıdan Türkiye ortalamasının çok üstünde olduğu anlaşılıyor. Tütün ekimine sınırlama getirildikten sonra halk zeytinciliğe yönelmiş ve ülkenin en büyük zeytin üreticisi olan bir merkezi haline gelmiş..

Bu arada, şehirde Anadolu’nun ve Balkanların her yöresinden büyük kitleler olduğunu ve aralarında bir sosyal uzlaşmanın varlığın memnuniyetle öğreniyorum. Bu arada, 1920’ler öncesinde Akhisar halkının yüzde 70 kadarının rum olduğunu ve Yunan ordusunun Batı Anadolu’yu işgal ettiği sırada o rumların, bütün şehri yunan bayraklarıyla donattıklarını ve çılgınca seinç gösterileri yaptıklarını öğreniyorum. Tabiatiyla o rum kitleleri Lozan Andlaşması’ndan sonra -asırlarca yaşadıkları topraklardan- ‘Mübadele Kararı’ gereğinde Yunanistan’a götürülecekler ve de bu yerleri gözyaşları içinde terkedeceklerdi..

Evet, acıydı ama, onların yunan ordularını sevinçle karşılamaları daha bir acıydı.

*

Dün sabah, Özgürder salonunda birlikte kahvaltı ve Hilâl Câmii’nde kılınan öğle namazından sonra vedalaşarak Manisa’ya doğru hareket ettik.

Manisa’dan 40 yıl öncelerde geçmiştim ama, gezmemiştim.

Şimdi en azından, şehir merkezinde bir saat kadar gezmek imkanını buldum.

Yüksek ve görkemli Spil Dağı’nın eteğindeki bu şehir, İzmir’e nisbetle daha bir Anadolu’lu ve Anadolu’nun ortak renk ve değerlerini daha bir yansıtıyor..

Sultan Câmiini ve Mimar Sinan’ın eseri olan Muradiye Câmiini gezdim..

500 yıl öncelerden bugün ve yarınlara uzanan ve mimarî özellikleriyle de güzel ve buralara vatan mührünü vuran mâbedler..

İç düzenlemeleri ve temizliğiyle de insanın için okşuyor.. Civar parklar da tertemiz.. Arkadaşlar, ‘Manisa B.Ş. Belediyesi MHP’de, ama, bu mıntıka Şehzadeler Belediyesi olarak AK Parti’nin elinde..’ bilgisini veriyorlar.

Ancak, bir gönül derdimi de ifade eetmeliyim. Ülkemde her yerde, bir heykel furyası..

Biz, ‘sadece bir kişinin heykellerine biraz ters bakılıyor..’ sanırdık.. Şimdi ise, yığınla heykeller ülke çapında.. Üstelik, tıpkı resmî ideoloji ikonunun heykelleri gibi, bunların çoğu da zevksizlik örneği..

*

İstanbul- Edirnekapı girişinde bir Fatih Heykeli, Marmaray girişinde bir 2. Abdulhamîd kabartması. Ankara- Hamamönü’ne bir Mehmed Âkif heykeli bu zevksizliklere birer şahane (!) örnek..

Buna benzer heykelleri Manisa’da gördüm..

Bundan maksad, o kişilerin hatıralarını geleceğe yansıtmak ise.. Mimar Sinan’ı geleceğe taşıyan en mükemmel heykelleri o müthiş güzel câmileri ve diğer mimarî eserleri değil midir?

Mehmed Âkif, Ankara’daki -üstelik de o kaba saba- heykelini görseydi herhalde kendi mısralarını mırıldanır ve,

‘Evet, bütün beşerin hakkıdır, beqa emeli..’

Lakin, bunu ne taştan, ne de beklemeli!..’

derdi.

*

Bu arada, Manisa’daki camilerin girişinde rastladığım ve başka yerlerde görmediğim bir başka ve tuhaf uygulamaya da değinmeliyim.. Giriş kapısının sağında-solunda Cami vazifelilerinin isimleri ve tlf. numaraları ve de diğer elektronik iletişim adreslerinin yazıldığı metal plaketler..

Bunların niçin yazıldığını, gerekliyse, niçin içerde bir yere asılmadığını soruyorum..

Arkadaşlar, ‘ses sanatçılarımızın adresleri’ diye ironik bir karşılık veriyor.

Mevlidler vs.’ye çağrılmaları için açık davetiye!

Kimse kızmasın da, Manisa Müftülüğü bu uygulamalara son vermelidir diye düşünüyorum.

Ve Manisa’dan İzmir’e hareket ediyoruz, 14 Kasım Cumartesi akşamı, ‘İnsan ve Medeniyet Vakfi’nın bir sohbet toplantısına katılmak üzere..

*

Ama, bu arada, yüreğimizi burkan bir korkunç terör eylemi ile de karşılaşıyoruz, Paris’de.. 5-6 noktaya yapılan saldırılarda 150’den fazla insan hayatını kaybetmiş..

‘İnşaallah altından Müslüman ismi taşıyan failler çıkmaz..’ diye temenni ediyorum, ama, ne kadar doğru veya yanlış sahiblenme bilmiyorum, DAİŞ ‘Ben yaptım’ demiş.

Ve bununla İslamî bir mücadele verildiğini ve İslam’ın tebliğinin yapıldığını sananlar da yok değil.. Bu, çok tartışılması gereken ve yıllardır, İslam’ı insanlığa en korkunç şekilde tanıtmak için başvurulan bir yöntem değil mi?

‘Savaş, küresel cihad..’ gibi deyimler kullanılıyor.

Ama, hele de emperyalist dünyada meydana gelen bu gibi saldırıların, İslam ve müslümanlar aleyhine alabildiğince kullanılacağı da düşünülmeli değil mi?

*

Savaş’ın çeşitli tarifleri ve de şekilleri vardır..

Savaş denilince akla ilk gelen, karşı tarafı yoketmeyi esas alan mücadele şeklidir. Ama, bu saldırılarda bir de intihar eylemine gönüllü gitmek durumu sözkonusu..

Bu gibi eylemlerin özellikle Filistin’de sionist haydutlar rejimine karşı sergilenen mücadelelerde kaçınılmaz bir istişhad (şehadet) eylemi olarak nitelendiği dönemler de doldu, ama, burada bir sapma olduğu da düşünülmeli değil mi?

*

Miladî-19. Yüzyılın ünlü savaş teorisyenlerinden Carl von Clausewitz, savaşı, politikanın değişik şekil ve vasıtalalarla sahneleşinden ibaret bir mücadele şekli olarak nitelerdi.. Tabiatiyle, politikayı da, savaşın değişik şekil ve vasıtalarla sahnelenişinden ibaret bir mücadele şekli olarak..

*

Bu konuya, inşallah yarın değinmeyi ümid ediyorum..

*