Hayat bir mücadeleyle sınarken kalbimizi aldığımız nefesi yarıda bırakmak elimizde mi?

Değil elbette…

O zaman buyurun gönül hanenize…

Ekmek gibi azîz bildiğimiz sözümüz olsun ve muhabbeti katık yapalım bir göz alımı dahi olsa sohbetimize.

Nefes alır gibi koşuyoruz, koşar gibi nefes alıyoruz. Yaşadığımız hayatın hızına yetişebilene aşk olsun. Sevinç ve hüzünlerimiz bir yana doğrularımız ve yanlışlarımız, çok doğru ve çok yanlışlarımız ile az doğru ve az yanlışlarımız, boşluklarda asılı kalırken günleri ipe diziyoruz. Çoğu zaman hesabını yapamadan yaşadığımız günlerin durmadan aşağı çektiği ipin sıratımız olacağını unutuyoruz.

Şimdi durun ve nefeslenin biraz.

Kalbinizin aynasına bakın usulca. Gözünüze takılan karaltılar olmadan bir zamanların safiyet ve masum bakışları içinde etrafı seyreden kendi öz varlığınızı görebiliyorsanız sorun yok. Değilse üst başınıza bulaşan her ne varsa ondan kurtulmak için aldığınız nefesi hesaba çekme vakti. Ruhunuzun yeni bir başlangıca ihtiyacı var belki de.

Sürekli bir devri daim içinde her an yenilenen kâinata ayak uydurarak kendini yenileyebildiği ölçüde insan, varlığının sırrına ererek yükselir. Bunun içindir ki insanın, bir değil ömrü hayatı boyunca milyon kere milyon taze başlangıçlara ihtiyacı vardır.  

Şimdi aynadaki suretimize dönüp yeniden bakalım. Yorgun muyuz? Yoksa telaşlı mı? Çok mu işimiz var? Kırgın mıyız hayata? Hata bizde mi yoksa hep başkaları mı itti bizi çukura?

Bu sorulara cevap vermek zor geldiği için bakamıyoruz aynaya… Ama yüzleşmeliyiz her şeyden önce kendimizle. Çünkü ruhumuzun bize ihtiyacı var. İnce düşünüşlerden uzak tercihlerimizin ve kendimizi özden terk edişlerimizin bizi getirdiği noktanın sonu karanlık…

Arzuladığımız şifa sokaklara düşmüş aydınlıklarda değil, gönle düşen nurda saklı. Kime yandığı belli olmayan sokak lambalarının hükmü ancak gün aydınlanıncaya kadardır. Oysa gönle düşen kutsi bir ışıltı, göğüs kafeslerimizin arasındaki yumruk büyüklüğündeki et parçasına aklın sınırlarını yerle bir eden bir sonsuzluk yerleştirir. Hazinelere değişmeyeceğiniz kadar büyük bir zenginliktir bu.

İnsan, her şeyden önce acziyetinin farkında olduğu ölçüde bu zenginliğe ulaşabilir. Kanının son damlasına kadar savaşır gibi pür nefes peşinden gittiği gündelik telaşelerin gözlerine indirdiği perde yanı başında duran hazinelere bir bakış bakmasına müsaade etmez.

Nedir o hazine?

Kapitalist hesapların pençesinden kurtularak kendine adalet ve paylaşmanın onuru içinde yol bulan akıldır mesela… Pozitivist akımların maddede körleşmiş ve adına bilim denilmiş bilgide boğulmadan, bir tek ariflerin gözlerinde ışıldayan ilimdir sonra… Hırs ve sürekli kazanmanın saldırgan içgüdüsüyle her şeyden önce ruhunu kaybederek pespayeleşmiş modern prensiplerin tam karşısında duran ve bütün bir hayatı kuşatan kutsî ahlak ölçüleridir ayrıca…

İşte kaldığımız nokta…